"yazmak önlenemez bir tutku" yazmıştım yazı yazmak amacıyla satın aldığım ilk defterin bembeyaz ve de çizgisiz ilk sayfasına. sonradan da öyle oldu. önleyemediğim bir tutku oldu hep yazmak. "ölüm kaşifleri" diye bir kitap var, süper kitaptır, onda insanların hayata bir şeyi gerçekleştirmek için tekrar geldiğinden bahseder yazar. (burada dem vurur demek istedim, ama hava atan kibirli bir kalıp gibi de geldi. utandığımdan kullanamadım. kelime seçimlerimizi duygularımızın belirlemesi, duygularımızın yazıyı kısıtlaması manasına mı gelir? bak mesela burada da mana dedim, oysa ki anlam demek daha uygun gibi gelmişti. "oysa ki"nin "ki" sinin ayrı yazıldığını geç öğrendim. aynı taşın sert olduğunu geç öğrenenler gibi. çıkarın beni bu parantezdeeeeeennn). mesela oradaki kahramanlardan biri - çok uzun zaman önce okudum kitabı, aklımda kaldığı kadarıyla anlatıyorum tabii - kendisinden beklenen bir resmi yapmadığı için mütemadiyen (çok severim bu sözcüğü, fırsat olsa da mütemadiyen mütemadiyen yazsam) reeankarne oluyordu. (akdeniz, karadeniz, reenkarnemizi isteriz, reenkarnemizi vermezse, allahımıza küseriz) ben de hayatta var oluş (bilinçli bir şekilde ayrı yazdım) amacım olarak hep o "kutsal kitabı" yazmak (ulan bu cümleyi düşmeden nasıl fiillendireceğiz be) fikrine tutundum(düştüm sanki). bir gün o kitabı yazacak ve kendimle mücadelemi bittabii hayatla mücadelemi barışa ve huzura kavuşturarak nihayetlendirecektim. huzursuz bir yapım var hala.

önlenemez yazma tutkuma internet semalarında ilaç bulmaya çalışıyorum yıllardır. "ya yaşadığın gibi yaz ya da yazdığın gibi yaşa" (öztürk serengil seslendirmesiyle hep beraber bir yeşeeeee çekelim arkadaşlar) diye bir yazı yazmıştım. insanların oldukları kişiyi yazıya yansıtmalarının zorluğu, ya da yazdıkları kişilerin oldukları kişiler olmayabileceğine dair ufak bir karalamaydı. yazılanla yaşanan şeyin tutarlı olması gerekmiyor. bunun kısıtı olması gerekmiyor. insan o an nasıl isterse öyle yazmalı. schreiben macht frei (almanca bilmiyorum, internetin nimetlerinden istifade ettim. bak burada da faydalandım demeye dilim varmadı. içimden geçti ama istifade demeyi tercih ettim). yazılan şeyin düşünceleri kısıtladığına dair de bir yazı yazmıştım zamanında. madem geçmişimizi ortaya döktük, etekte taş, sepette kirli çamaşır kalmasın. (ahmet telli - kalmasın ..ben hiç şiir okumam). derdim ki orada, insan bir şeyi yazıya hapsettiğinde onun aksi yönde fikir beyan etmekte güçlük çeker. adını koymuş olur, düşünceleri yapılandıran bir yapısı var yazma ediminin. dolayısıyla var olan bir yapının dışına çıkmakta zorlanır insan daha sonra. halt etmişim. şimdi çıkıyorum bu yapıdan. yok yok, kandırdım. maalesef çıkamıyorum. hala aynı fikirdeyim. yazmak bir yandan özgürleştirse de, bir yandan bağımlı kılıp (zira önlenemez de bir tutku) tutsak da ediyor.

yazarken gizil ben açığa çıkıyor kimi zaman. flober için (fransızca okuyorum) gizil ipne diyebiliriz bu durumda (bana seksist seksist gelmeyin lan. "bizde göte göt derler"..sanki gay desem ne değişecek. ben kendimi biliyorum, bir aşağılama falan yapmadım, bırakın beni..). ama işte hiçkimse tam olarak düşündüğünü yazmıyor zaten hiçbir zaman. ne de tam olarak yaşadığını. bu sadece bir oyun. sadece bir oyun. sadece bir oyun. sadece bir oyun.sadece bir oyun.

oh beeee...uzun süredir yazmıyordum. iyi geldi,ovırdoz olmadan bırakayım.........

siz beni bırakmayın ama.

ben yazdıkça kendime gelirim çünkü.
ben yazdıkça kendimden geçerim çünkü.