yerde oluşan gölgesinin kafasını eze eze yürürken, gözleri bir çift el tarafından kapandı. nefesi ensesinde hissetti. komik bi şekilde değiştirilmeye çalışılan, tiz bir ses, muzurca; "ben kimim?"

aslında daha eller gözlerine varmadan, ensesinden burnuna doğru yayılan mis kokudan anlamıştı o'nun olduğunu. çok eski, karnına kramplar sokacak kadar rahatsız edici güzellikteki koku. adam kıpırdamadı, soruyu cevaplamadı. kadının elleri biraz gevşedi. sanki kırgın gibi oldular. adam; bir zamanlar vücudunun her uzvunda şehvetle dolaşan bu bembeyaz ellerden biran önce kurtulmak için deliriyordu sadece. biraz sonra eller çözüldü. sanki ağlamaklı gibi oldular. affedilmemişler. adam arkasına dönmeden, yoluna devam etmeye başladı. koku uzaklaştı, ama kaybolmadı. daha sert adımlarla basmaya başladı yere, gölgesindeki beynini parçalamak ister gibi. kokudan kurtulması gerekti.
öyle bir gecede, öyle bir zamanda, öyle uzak bir mekandan fısıltı şeklinde ulaştı ki bu sözler kulağıma, gerçekliğini sorguladım duyduğum ilk anda. çözümsüzlüğün çözümünü zorladığım bir andı, "çözümsüz hiçbirşey yoktur, sadece çözümü göremeyecek kadar körsündür" diyordum kendi kendime. içimdeki ses "yok işte" diyordu, "bu sefer yok, her defasında çözümü bulamazsın. bazen düşmen ve debelenmen gerekir, bırak kendini ve düş". "hadi oradan sende! ben güçlüyüm." dedim cılız bir sesle. işte o sırada duydum mırıltı halindeki candan erçetin'in sesini. çevreme bakındım. tv,pc,dvd,radyo hepsi kapalı. saat gece 03:00, zifiri bir karanlığa gömülmüş sokaklar da tıpkı yüreğim gibi. ama şarkı ısrarla devam ediyor. camdan başımı uzatım ıssız sokaklara göz attım, camları açık, park etmiş bir araç çarptı gözüme. ses gecenin sessizliğinde çaresizliğimin dile gelmiş olan haliydi sanki.

"geçimsizim bu günlerde,
kimsesizim bu yerlerde,
değersizim bu ellerde,
çaresizim, doğduğum yerde."