sokakları kat etmenin zamanı gelmiş,epeydir bekliyorlar, varış meşakkatliyse de sabırsızlığı dindirmeye değer, bastıran uykuya bozuk paraların cangıl cunguluyla otobüsün tıngır mıngırı bile ket vurmaya yetmediğinden, iki günde toplam altı saatlik uyku ne de olsa, on dakika kadar olduğu sanılan uyuklama, sağ omuzda ağırlıkla uyanma , belli ki aynı derecede yorgun yan koltuktaki er kişinin başını taşıyan bir omuzla ne yapacağını şaşırma. bitkinin halinden bitkin anlar koyver gitsin deyip sevimsiz memur suratlarını süzmeye koyulma, istanbul gaziosmanpaşa'nın ne iğrenç bir yer olduğundan dem vuran arka koltuktaki beyaz türk tikinin hangi türden katlinin daha vacip olacağı üzerine düşünme, biraz düşününce düşünmemenin daha iyi olacağında karar kılma, inilecek yere yaklaşıldığını görme , uyanmayacak mı diye yandakine bir göz atma, kirpikleri güzelmiş, ama bundan bana ne, pıst olm uyan lan inmem lazım diyememe , herifin az sonra (neyse ki) uyanması, uyku bilinçsizliğiyle gerçekleştirdiği eylemden biraz utanması, benim ziyanı yok demeye ne cesaretimin ne de vaktimin elvermesi ve

sokak...

arnavut kaldırımlarında çamurların arasından seke seke koşuşturma, ah bir de yağmur yağmasa, şu sakarya da ne güzel cadde, bir yerden müzik ve duman geliyor, çiçekçileri geç, ayaklarının götürdüğü yere git, tekel işçilerinin çadırı, ateş başında halay, demli çaylar, yere serili battaniyeler, gülüşmeler, türküler , çıkmasak mı buradan, ama bekleyen var ve bekliyor, kaç tane dikti acep şimdiden, gidince görürüz, nasıl geçeceğim şimdi buradan, modern insanın yaygın sorunlarının en berbatı, yol vereyim de geçsin abi, ama abi erken davrandı montunun yanını yöresini torlayıp toparlayarak çekildi, alışık olunmayan durumdan mütevellit bir an donakalma, kaldı mı ki böyleleri.

bizimki çok içmemiş ,iyi bari , ne o dişlerin tekila istemiyor mu, yok artık çok içmiyorum, muhabbetini ne özlemişim hatun senle ne zaman konuşsam ömrüm uzamış gibi hissediyorum, sen onu bırak da ne oldu senin otuz küsür yaşındaki, ha o mu sepetledim çoktan artık rahmetli, iyi yapmışsın hiç sevmemiştim ben onu zaten, (hatunun yine pek formunda olduğunu iyice belledikten sonra hevesle sorma: ) niye ki, ay boşver kartmış o, bize genç laaazzzııımm. sayamadığım kahkahalar arasında hayal meyal bir iki kişinin de gelip oturduğunu görme, biri onur ve sudokusu, ulan madem şu allahın belasına gömüleceksin ne diye gelip başımıza ekşidin sanki diyememe, diğer topluluğun oyunu mu, evet ya hakikaten kötüydü, ya o başrol oyuncusu neydi, onur taklidini yapmayacak mı diye bir yoklama, bir im göremeyince dürtme, odağını darmadağın etmişken fırsatı kaçırmama, lan o joko nasıl bağırıyordu onur, amicaaa kardeşimmm amicaaa , ahaha ilahi onur ama sen daha dalganı geç herif oyundan sonra manita yaptı, taklitten gerçekliğiyle ayrılan ayrı bir komedi unsuru onur'un tepkisi , fırlatılan kalem, el tersiyle itilen sudoku ve : orrrosspu çocuuu!o bok gibi oyunculukla mı. acı (onur için) ama gerçek (yine onun için.) ise de koyverdiğimiz kahkahalara bakılırsa bizim için sadece komik, ya her oyundan sonra kuliste çiçeklerle performansını tebrik için gelmiş güzel kadınlar düşleyen onur, şanslı piç joko'ya hiddetle saymaya kaptırmışken bizim eğlenmemize kızacak durumda değil, yağmur dinmiş, onur haksız sayılmaz çünkü iyi bir oyuncu, yalnız ona bunu söyleyemem, öfkesini katmerlemekten başka bir halta yaramaz, hiç yoktan gerginlik, biraz abartmıyor mu, bilemeyeceğim zaten kalkayım artık beklerler, kim, evdekiler. (yalan söyledim, sokak.)

evdeki telaşın izleri silinmeden gitmeye niyetim yok, sokaklar önümde uzanırken beton havası solumaya da, (pek tedirgindi ufaklık bugün,aceleden çarpılan kapılarla bir hışım çekilen çekmecelerin sonu hayır olmayacak biliyordum,elde kalan çekmece kulpları, çıkan kapı kolları ve yerinden fırlayan düğmeler beni haksız çıkarmadı,lafımı esirgemedim,ulan o değil de şu marshmallow gibi kollarınla da nasıl becerdin bi anlasam, güldü, iyi bari gülmek diye bir şey olduğunu anımsattım ona, ne mutlu bana, yağmur yağıyor,ne yine mi, kahretsin ne diyeyim, yine de çıkacak mısın, elbette, yani sanırım.) bizimkilerin çakmamış olduğunu umarak onların uğrağı olmayan yerlere seğirtmeli, (aksilik bu ya karşılaşırım sürterken.) boş zamanlarımın gözde uğraşı serserilik ,başıma bela mısın, hasta olacağım bak senin yüzünden , yine yağmur dökülmeye başladı, pantomimcinin makyajı akmaz mı, sahi o nerde bugün çarşamba değil mi, ağacın altı boş, ne yapalım haftaya gelir,diğer sokak sanatçıları burada, kestaneci de, mendilci kız da, bir pantomimci eksik, şu büfeyi geçince mum kokusu dayanacak burnuma, evet dayandı, ve bir tane de üzerinde 'ücretsiz kahve falı ' yazan kağıt, sağolun istemiyorum, neden, falla aram pek yok,(yiyeyim bu laflarımı, sanki eve gidince bakmam için kapatılmış fincanları görecek olan ben değilim, hastir bak yine canım sıkıldı.) sokaklar misafirperverliğini yavaş yavaş yitiriyor, günün en kalabalık saati, artık sokakların beni bekleyecekleri anı beklemeye başlamanın zamanıdır, tamam şu yokuşun başındaki afişlere de bakayım ondan sonra, bir de şimdi aklıma geldi de ayın başındayız yeni sayılar ne alemde bir görmeli, ondan sonra kurtulmalı sokağı çirkinleştiren asık surat kalabalığından, ondan sonra başlarım, sabırsız bekleyen olmaya.
beklediklerini bilmeden beklettiklerim.

bundan bir hafta ve bir gün önce 'olmasaydıdaolurdugiller' in az bulunur bir örneği olan bendenizin dünyaya gelişinin yirmi ikinci yıldönümü şerefine toplanmaya niyetlenip toplanamadı birkaç güzel insan. çünkü

ben yoktum.

fakat abi nerden bilebilirdim ki biriniz sırf bu gün için tatilini planladığından erken sona erdirmiş, fukaralığına kurban olduğum ötekiniz evde ne var ne yok toplayıp benim için bir emek harikası vücuda getirmek uğraşına günlerini adamış ve daha diğerlerinizce nice özverilerde bulunulmuş? bilmezdim bu kadar sevildiğimi, hem alışık değilim böyle beklenmedik sahnelere, geldiğim gün aranıp: "akşam şurdayız gel!" denilmesine, " yok sevmiyorum ben orayı tenedos'a gidek." sözümün derhal kabul görmesine, skimsonik kaprislerimin sineye çekilmesine, ondan fazla insanın benim yüzümden mekanın alt katında donma tehlikesi geçirmesine, paketinde adıma akrostiş (oo akrostiş yapmışsınız, tabii yavru, bir dakika nasıl yaptınız olm ismimin ortasındaki kabak gibi yumuşak g'yi ne ettiniz dur bir daha bakayım, ya o kadar oldu işte, ben anlamam yumuşak g'nin başına belli belirsiz küçük 'a' koymuşsunuz bu akrostiş sayılmaz, ulan ismine sıçayım o kadar oluyor dedik ya!) yapılmış bir şiir yazılı menekşelerin kucağıma bırakılmasına, gülmeyi unutmak üzereyken böyle dostların oldukça gülmenin terklerinin kısa süreli olacağını idrak etmeye...

bilmezdiniz onca hırgürde tebessümler bütünlüğünü bozan dalıp gidişlerimin nedenini, alışık değildiniz böylesi şamata ayinleri esnasında içimdeki sıkıntının anlık dışa vurumlarında beni yakalamaya. ona ömür biçtiklerini bilmezdiniz, kalan yaşam süresini küstahça tayin eden doktora da benim, elimde götüne kadar dolu bir silah olsa en fazla üç bilemedin dört saniye ömür biçeceğimi bilmezdiniz. sormazdınız, minnetle susardım ben de.

bilmezdiniz sizi beklerken içimden geçenleri ve sokağa çıktığımızda yine içimden geçenleri, sonunun geldiğine inandığım hayatın şu döneminin kasvetinde yıldız tozu gibi ışıyan tek bir anın ne de güzel olduğunu duyumsadığımı, o an hepinize teker teker baktığımı, sigaranızın küllerini savuruşunuzu, sürüye sevimli bir oyunbozanlıkla ihanet edip ışık hızıyla karşıya geçişinizi, ciplerin üzerine yürüyüp 'yol ver!' diye bağırışınızı, güzel bakışlı çingeneler'in eline çiçekler tutuşturuşunuzu hiç unutmayacağımı, ihtiyacım olan her şeyi ihtiva eden o cömert anı kutsayan içimden geçenleri bilmezdiniz : gece, yüksel ve bizim çocuklar... şu vakit şu an daha ne isterim ki?

bilmezdiniz, bilmezsiniz ve belki bilseniz gülüp geçersiniz. bu insan denen yaratığa nasıl kızdığımı bilmezdiniz, bu yaratığın sizlere layıkıyla değer vermesi için illa içinizden birini kaybetme tehlikesiyle burun buruna gelmesi mi gerektiğini düşündüğümü, o anın aynı zamanda bir gün sizleri kaybetmek korkusunu da getirip içime saldığını bilmezdiniz.

anlar sizinle güzel, korku da getirse ve ali'nin dediği gibi korku ruhu da kemirse... sizsiz bir an düşünmek istemiyorum, onsuz bir an düşünmek istemediğim gibi; ama o anların gelişini beklemeye mahkum edildim, benim için kopkoyu bir hüzne tekabül eden, donuk bir doktorunsa akıl almaz bir kolaylıkla tükürüverdiği bir gıdım zaman boyunca.