- kuşkusuz!
- nedeninin farkında mısın?
- sanırım göğsümde -yani tam şuramda- kirli sakalıyla bir eşkiya gezindiği içindir.
- traş olsa?
- efendim?
- kirli sakalından azade olsa diyorum, durum değişir mi?
- bunun içi açık bypass mı gerekecek?
- belki de. farkındasın değil mi, ortada gerçekten eşkiya falan yok.
- ciddi misin?
- elbette o sadece senin göğsünde.
- iyi de bu durumda kafamın içinde olduğunu söylemen gerekmiyor mu, hezeyanlardan, halisünasyonlar bahsetmen?
- hayır. o gerçekten göğsünde. ve inanamayacağı kadar sevdin o esmer kızı. bu arada dikkat et her an legal mermisiyle bir komiser çıkabilir.
- doğruymuş demek. hahaha, bir kere alınmıştık ekip aracında o komiser bana "şimdi illegal silahı çekip sıksam, yol kenarına atsam leşini" demişti.
- hayret gerçekten. peki dediğini yapmış mıydı?
- henüz değil, henüz değil...
düşünürdüm, herkesin dalga geçtiği noktayı: "başım belada/tabancamı unutmuşum helada" nasıl ortaya çıkmıştır. elimde birkaç seçenek bulunuyor.
1- hela gerçekten en hayati şeylerin unutulabileceği yerdir. yeni nesil bilmez, eski tipteki bir kızılay meydan muharebesine hazırlandığımız sırada eylem komitesi sıfatımın zekamı da geliştirdiğini düşünerek bana bir cep telefonu emanet ettiler. sabah saatlerinde kurtuluş parkında toplanan kitlenin haliyle içine etmiş olduğu umumi helaları tercih etmeyip, kampüse gittim ve engelliler için rezerve edilmiş yegane alafranga tuvelete girdim. tellendirdiğim sigara ve dumanları tüten kahvemin misler gibi aroması ile kendimden geçmiş halde işlemi sürdürdüm. ve tabii ki taşımaya hiç alışmadığım telefonu orada bıraktım. acaba gün boyunca telefona yanıt veren zavallı engelli insancıklar "koş la koş, koleji geçtiler" veya "taş atacak kollarınız mı düştü lan" gibi seslenmeler karşısında neler hisstmişlerdir.
2- bahsi geçen hela, aslında simgeseldir. silahların tek hayatta kalma yolu olduğu boktan bir dünyayı anlatmaktadır. bakın, bir gün yine kurtuluş'tan kolej'e doğru yürürken yanımdaki kız dondurma almamı istedi. kırmaya kıyamadım, ama param da yoktu. önünden geçtiğimiz bakkala dolabına dalıp kızın gösterdiği magnumu kaptım, içeri girdim ve "bunu aldım, parası neyse yarın veririm" dedim. tuzluçayırlı bakkalların tırsak lütufkarlıklarının aksine ibnenin evladı, veresiye olmaz diye tutturdu. "bak" diye başlayarak "bu yandaki bankada beni tanırlar, hatta atmleri çok yakından tanır, akıllı ol" diye telkinde bulundum. lakin götveren esnaf insanı laf anlamıyor. "devrimci adamın magnumla ne işi olur" diye itiraz ediyor. sonunda "hacı kız istedi işte, rezil etme bizi, yarın getircem valla parasını" diyerek konuyu tatlıya bağladım ve dışarı çıktım. sonra bir ara yürürken yürürken bir ahbapla karşılaştık, programın partiler için önemi, yasal parti süreçlerinin başarısızlığı, lenin atmış ki, yalçın küçük tutmuş ki derken muhabbete dalmışız. bir ara döndüm baktım ki ne göreyim, üç adet dallama bizim kızın magnumu yalayışı üzerine fena halde hardcore temalı laflar atıyorlar. muhabbete daldığımız ahbabın gözlüklerine aldırmadan döndüm ve dallamalara "topunuzu tek seferde sikerim, yürüyün la" diye bağırdım. bu tehdidimin fizyolojik olarak imkansız görünmesinden mi yoksa ahbap insanıyla sürdürdüğümüz sohbetin entelektüel düzeyinin bizi birer lavuk gibi göstermesinden mi bilinmez, dallamalar pek oralı olmadılar. özetlersek gözlüklerine rağmen aslen diyarbakırlı bir qurix olan ahbabımla dallamaları hastanelik edene kadar sopaladık. kız mı, o çoktan yükselde bir cafeye varmış ve okulu bitirene birlikte olacağı erkek arkadaşıyla tanışıp onun omuzunda ağlamaktaydı. evet dünya boktandı, şiddet çok daha boktandı.
3- şair -zannedersem attila ilhan- kafası güzelken yazmış bu kısmı sonra da değiştirmeye tenezzül etmemiş. zaten hakikaten şairi attila ilhansa değiştirmezdi, biliyorsunuz, kendisi şiirlerini ilk yazıldığı andaki gibi bırakır, değişikliklerin kuraldışı olduğunu savlardı. ve ama faust'u yirmi yılda sürekli üzerinde değişiklikler ve yenilikler yaparak yazan faust kaleme alsaydı bu dizeleri? göğsümde, yani tam şuramdaki eşkiyaya dokunursa onun da ecdadını sikerdim. kirli sakalıyla oradaki tek temiz şey o ve başım belada.
- kuşkusuz!
- nedeninin farkında mısın?
- emin olamıyorum. hödük müsün yoksa sadece öyle mi görünüyorsun?
- peki ya üçüncü seçenek geçerliyse ve aslında tabancam üzerimdeyse -click- yine aynı rahatlıkla kurabilirsin bu cümleleri, sanıyorum şansın yüzde 33.
- başım belada.
- ha işte onu diyorum.
ve başı beladaki tüm insan evlatlarını seviyorum... en çok? yaban mersini mi tabii ki.
- nedeninin farkında mısın?
- sanırım göğsümde -yani tam şuramda- kirli sakalıyla bir eşkiya gezindiği içindir.
- traş olsa?
- efendim?
- kirli sakalından azade olsa diyorum, durum değişir mi?
- bunun içi açık bypass mı gerekecek?
- belki de. farkındasın değil mi, ortada gerçekten eşkiya falan yok.
- ciddi misin?
- elbette o sadece senin göğsünde.
- iyi de bu durumda kafamın içinde olduğunu söylemen gerekmiyor mu, hezeyanlardan, halisünasyonlar bahsetmen?
- hayır. o gerçekten göğsünde. ve inanamayacağı kadar sevdin o esmer kızı. bu arada dikkat et her an legal mermisiyle bir komiser çıkabilir.
- doğruymuş demek. hahaha, bir kere alınmıştık ekip aracında o komiser bana "şimdi illegal silahı çekip sıksam, yol kenarına atsam leşini" demişti.
- hayret gerçekten. peki dediğini yapmış mıydı?
- henüz değil, henüz değil...
düşünürdüm, herkesin dalga geçtiği noktayı: "başım belada/tabancamı unutmuşum helada" nasıl ortaya çıkmıştır. elimde birkaç seçenek bulunuyor.
1- hela gerçekten en hayati şeylerin unutulabileceği yerdir. yeni nesil bilmez, eski tipteki bir kızılay meydan muharebesine hazırlandığımız sırada eylem komitesi sıfatımın zekamı da geliştirdiğini düşünerek bana bir cep telefonu emanet ettiler. sabah saatlerinde kurtuluş parkında toplanan kitlenin haliyle içine etmiş olduğu umumi helaları tercih etmeyip, kampüse gittim ve engelliler için rezerve edilmiş yegane alafranga tuvelete girdim. tellendirdiğim sigara ve dumanları tüten kahvemin misler gibi aroması ile kendimden geçmiş halde işlemi sürdürdüm. ve tabii ki taşımaya hiç alışmadığım telefonu orada bıraktım. acaba gün boyunca telefona yanıt veren zavallı engelli insancıklar "koş la koş, koleji geçtiler" veya "taş atacak kollarınız mı düştü lan" gibi seslenmeler karşısında neler hisstmişlerdir.
2- bahsi geçen hela, aslında simgeseldir. silahların tek hayatta kalma yolu olduğu boktan bir dünyayı anlatmaktadır. bakın, bir gün yine kurtuluş'tan kolej'e doğru yürürken yanımdaki kız dondurma almamı istedi. kırmaya kıyamadım, ama param da yoktu. önünden geçtiğimiz bakkala dolabına dalıp kızın gösterdiği magnumu kaptım, içeri girdim ve "bunu aldım, parası neyse yarın veririm" dedim. tuzluçayırlı bakkalların tırsak lütufkarlıklarının aksine ibnenin evladı, veresiye olmaz diye tutturdu. "bak" diye başlayarak "bu yandaki bankada beni tanırlar, hatta atmleri çok yakından tanır, akıllı ol" diye telkinde bulundum. lakin götveren esnaf insanı laf anlamıyor. "devrimci adamın magnumla ne işi olur" diye itiraz ediyor. sonunda "hacı kız istedi işte, rezil etme bizi, yarın getircem valla parasını" diyerek konuyu tatlıya bağladım ve dışarı çıktım. sonra bir ara yürürken yürürken bir ahbapla karşılaştık, programın partiler için önemi, yasal parti süreçlerinin başarısızlığı, lenin atmış ki, yalçın küçük tutmuş ki derken muhabbete dalmışız. bir ara döndüm baktım ki ne göreyim, üç adet dallama bizim kızın magnumu yalayışı üzerine fena halde hardcore temalı laflar atıyorlar. muhabbete daldığımız ahbabın gözlüklerine aldırmadan döndüm ve dallamalara "topunuzu tek seferde sikerim, yürüyün la" diye bağırdım. bu tehdidimin fizyolojik olarak imkansız görünmesinden mi yoksa ahbap insanıyla sürdürdüğümüz sohbetin entelektüel düzeyinin bizi birer lavuk gibi göstermesinden mi bilinmez, dallamalar pek oralı olmadılar. özetlersek gözlüklerine rağmen aslen diyarbakırlı bir qurix olan ahbabımla dallamaları hastanelik edene kadar sopaladık. kız mı, o çoktan yükselde bir cafeye varmış ve okulu bitirene birlikte olacağı erkek arkadaşıyla tanışıp onun omuzunda ağlamaktaydı. evet dünya boktandı, şiddet çok daha boktandı.
3- şair -zannedersem attila ilhan- kafası güzelken yazmış bu kısmı sonra da değiştirmeye tenezzül etmemiş. zaten hakikaten şairi attila ilhansa değiştirmezdi, biliyorsunuz, kendisi şiirlerini ilk yazıldığı andaki gibi bırakır, değişikliklerin kuraldışı olduğunu savlardı. ve ama faust'u yirmi yılda sürekli üzerinde değişiklikler ve yenilikler yaparak yazan faust kaleme alsaydı bu dizeleri? göğsümde, yani tam şuramdaki eşkiyaya dokunursa onun da ecdadını sikerdim. kirli sakalıyla oradaki tek temiz şey o ve başım belada.
- kuşkusuz!
- nedeninin farkında mısın?
- emin olamıyorum. hödük müsün yoksa sadece öyle mi görünüyorsun?
- peki ya üçüncü seçenek geçerliyse ve aslında tabancam üzerimdeyse -click- yine aynı rahatlıkla kurabilirsin bu cümleleri, sanıyorum şansın yüzde 33.
- başım belada.
- ha işte onu diyorum.
ve başı beladaki tüm insan evlatlarını seviyorum... en çok? yaban mersini mi tabii ki.