...bunu daha önce konuşmuştuk biliyorsun. tüm o etki-tepki, arz-talep, neden-sonuç ilişkilerini filan. kendi içinde bir bütünlük taşıyan süreçleri en çok da. bu büyük, güzel ve gürültülü dünyaya hangi değer üzerinden baksan başka bir şey görüyorsun. hayatının muhasebesini hangi kurla yapsan başka bir sonuç çıkıyor. eğitimini aldın, sistemini kurdun, yolunu çizdin, yine de bu bitmek bilmeyen alış-veriş, bütün bu piyasa, inip çıkan değerlerle bu şahane hayat borsası, seni bir gün karda bir gün zararda, bir gün borçlu bir gün alacaklı çıkardı durdu. girişimler, stratejiler, bir de böyle deneyeceğim, bundan sonra böyle olacağımlar. amaç kazanmak, bu kimse için değişmez. ama neyi kar, neyi zarar sayıyorsun, işte bu her şeyi değiştiriyor.
meselenin bütün özü kendisi ama yazar yazmaz dağılacak o kelime. "iyi" ve piuuv, darmadağın oldu bile. görecelikler girdi, tanımlar girdi, kriterler, süreçler, borsalar, değerler, zamanlar, şartlar, tecrübeler, inançlar ve inançsızlıklar girdi, teorisi-pratiği girdi, nası iyiler, cami mi yaptırmışlar, sözler ve eylemler girdi. daha söylendiği anda bütün bir zaman ve bütün bir mekan içine topluca girdi tek bir kelimenin, tanrı'ya da tanrısızlığa da birden ulaştı, büyük bir patlama oldu, göz gözü görmez oldu. tozu dumandan ayırmakla başlayabilir her şeyin toparlanabileceğine inanan bir insan, ben o kadar büyük işlere göre akıl, o kadar sabırlı kulaklara göre ağız değilim. şimdi ve tam şu anda, kimsek ve bize ne ifade ediyorsa, ondan ibaret kalabilir çünkü zaten tüm bunların ötesinde, tüm bu saydıklarımızın, ve yaratılmış bütün farklılıkların başlıca ortak kaygısı olmak gibi bir özelliği var. buradan çıkalım, gözüm yakını görmez, toza toprağa gelmez.
kötülük iyiliğin kaburga kemiğinden yaratıldı bence. başlangıçta yalnızca iyilik vardı ve kötülük, tanrı'ya düşman kesilen şeytan gibi kıyamet gününe kadar karşısında olacaktı iyiliğin. bu savaş hala bitmediğine göre daha güçlü olduğunu söyleyemeyiz ama, "umursanmak"la silahlandırıldığından, bizler istemesek de kötülüğü muhatap alıyor, iyiliğin ne olup olmadığını dahi ondan soruyoruz. bir şeyin iyi kabul edilmesi için başka bir şeyin kötü olması yetiyor çoğu zaman. zaten yapması gerekeni yapmış birini göğe çıkarabiliyorsun. kötünün iyisini iyinin kendisinden sayabiliyorsun. en az tanımı kadar değişken bir skala ki deneyimleyebildiğinden daha geniş olamaz zaten. nefes aldıkça ve yaşam sürdükçe sürekli yerinden oynuyor bütün bu değerler ve yerinden oynuyorsun sen de beraber, kimse buna neden böyle diyemez, senin yaradılışın da ortada dünyanınki de. ama işte tam da bu yüzden, bir şeyi değerli yapan zaten o doğaya rağmen gerçekleşmesidir. bir buldozerin önüne bedenini değil, yaşama içgüdüsünü dikebilmiş olmaktır bizim idrakımızı aşan.
koca evren ve koca zamanda birbirinin aynısı olan iki insan bile bulamayız ama ben yakından bakabilirsek o insanların her birinde insanlığın tamamını görebileceğimize tuhaf bir şekilde inanıyorum. bir insanın hangi hücresine bakarsan bak dna'sına ulaşabilir ve kim olduğunu söyleyebilirsin ya, aynen öyle. bütün için hiçbir şey ifade etmeyen bizlerin, birbirlerine benzeyen ve birbirlerinden görünürde pek ayrılmayan, basit ve sıradan yaşamları olan bizlerin, basit ve sıradan kaygıları içinde arıyor ve buluyorum, anlamaya ya da anladığımı sanmaya ihtiyaç duyduğum ne varsa. kıymetsiz görünenin içinde arıyorum, çünkü değil başkalarının, kendimizin bile bakmadan geçtiği anların birbiri peşine dizilmesiyle geçiyor hayat ve dikkate değer bulursak eğer, yaptığımız her şeyde, söylediğimiz her sözde, tıpkı dünyada dönenler kadar büyük meselelerin döndüğünü görebiliriz. en güçlüsünden en zayıfına kadar bütün içgüdülerin sesine uymak ve hem dışımızdaki dünyanın hem de kendi varlığımızın doğası neye yatkınsa ona göre yaşamaktan bir dakika geri durabilirsek, tecrübelerimizden daha eski olan o "kaygı"ya, yeniden uyanması için bir fırsat verebilirsek, o dakka farkedebiliriz, aradığımız şeyin neden bu kadar zor ve neden bu kadar değerli olduğunu. iyiliğin temeli iyi olma kaygısıdır ve bunu kaybettiğimiz zaman her şeyimizi kaybetmişiz demektir. burada bir fotoğraf çekelim.
öyle zamanlar ve öyle deneyimler ki seni senle alakası bile olmayan bir başkasına dönüştürebilirler, bunu anlarım, anladım da biliyorsun. kimse "tecrübe"yi küçümseyemez. aklının gördüğü, hafızanın sakladığı, zekanın kullandığıdır tecrübe, onu yok sayamaz ve bazen ona rağmen yaşayamazsın. ne yapacağını sana o söyler, ne yapmayacağını sana o söyler, kim olacağını o seçer. bütün dünyanın yandığını görmek istediğin zamanlar oldu, herkes anladı ve kimse yargılamadı seni, sen de yargılamadın. dünya kötüyü tecrübeleriyle yargılar ve ne kadar kötü olabileceğine onlarla karar verir, sen de yoldan şaşmadın. kötülük çoğu zaman haklıdır ve sen de yerden göğe haklıydın, daha kötülerini de görebilir ve daha da haklı olabilirdin, hatta artırıyorum; senin bu hakkından bağımsız olarak düşünüldüğünde dahi, o insanların herbirinin olan bitenin tamamını hatta daha fazlasını hak etmediklerini de söyleyemezdi kimse. ama mesele bu mu. herkes hak ettiğini sandığını hayattan değil de direkt birbirinden alsa, tahrik olan tecavüz etse, kazanamayan çalsa, ihanet edeni öldürsek mesela ve mesela her hakedenin ağzını burnunu kırsak, kendin başta olmak üzere kimseye neden böyle yaptın demezsin ve böyle olursa bunu anlarım. ama her canı yananın can yakmadığı, yakmayabildiği bir düzende yaşıyorsun ya, geç farkettim ve geç söylüyorum affet; haklı değildin. gene olsa gene yaparsın ve gene yapsan gene anlarım diye söylüyorum; bir toz zerresi kadar bile haklı değildin.
sen birinin sana duyduğu güveni boşa çıkardığında, sadece ona değil, onun yoluna çıkacak olan herkese borçlanırsın. senin boşa çıkardığın güven senden sonrakilerden esirgenir, yani, yaşanmış olanların yaşanabilecek olanları katletmesidir tecrübe. herkes birinden aldığı dersi bir başkasına satardı ve bu böyle her şey bitene kadar giderdi, arada bu zincirleri kıran birileri olmasa. arada ders almayan birileri olmasa, kötülük daha kötü olanın kazanacağı ve en sonunda en kötünün kalacağı bir sona kadar giderdi. ama dünya hiçbir yere gitmediyse ve hala yerinde duruyorsa bunu o "zayıf" halkalara borçluyuz. bunu umursanmayanlara, akla mantığa ters düşenlere, saf-salaklara, öğrenmeyenlere, haksız olanlara, güçsüz olanlara borçluyuz. iyiliğin doğası gereği, yaşamın doğası gereği, insanın doğası gereği, düzen iyileri böyle tanımlar. iyinin kendisi bile çoğu zaman böyle tanımlar. bu yüzden benim en sevdiğim iyi, iyiliğinden şikayetçi olmayan iyidir.
iyi niyetini kaybetmiş bir insanın iyiliğinden söz edemeyiz artık. sen onunla iki kelime ediyorsun mesela o diyor ki bana yazıyor. çünkü ona daha önce yazdılar. bu kadar basit. çünkü onun tecrübeleri var. o ne insanlar, ne hikayeler gördü geçirdi, görmediyse de duydu, duymadıysa da okudu; çözdü alemin sırrını. insan nedir, erkek nedir, kadın nedir, ondan sorulur. ne diyorsun ve ne demek istiyorsun, o bilir. kimseye güvenmeyen insanın güvenilirliğinden söz edilemez artık. kendi iyiliğini kaybetmemiş insan iyiliğe olan inancını da kaybedemez. sen varsan başkaları da var illaki. yok yaşayan son iyi insan benim diyorsan da zaten öldür kendini; bu korkunç dünyada tek başınasın, seni yerler, seni yutarlar.
bireysel olanı küçümseme, bir çiçekle de bahar pekala gelir. büyük dünyalarda büyük büyük yollar çizenler, kendi küçük dünyalarında nelerin kafasını yaşarlar bilemezsin. okyanusları geçmeye güç arayanlar, küçücük nehirlerde nasıl boğulurlar göremezsin. gözünü sevdiğimin teorileri koca koca evrenleri kurtarır da pratikte bir gram kötülükle baş edemez, akıl erdiremezsin. seni teorinin ve pratiğin her tarafıyla kötü olmaya iten, bunu öğreten bir düzende, basit; dünyayı kurtarmanın bir yolu da kötüye dönüşmemektir. son iyi de yeryüzünden silinmediği sürece kıyamet kopmayacak nasılsa; alt tarafı dünya, gözünde fazla büyütme, tamam o çok büyük ama sen de az karmaşık değilsin.
başkaları neler olduğunu bilmez, orada değildiler, sen oradaydın. sen gördün, hiçbir şey boşuna ve nedensiz değil, hepsinin bir anlamı var. doğru bir yargıya yanlış bir sorgudan varılmaz. hangi sorudan başlayacağını senden başka kimse bilmez. kendinden başka hiçbir tanığın yok. sanığın da. insanlar evlerine giderler ve sen kendinle kalırsın. ölürler ve sen kendinle kalırsın. kime gitsen eninde sonunda kendi kapını çalar, kendi yüzüne bakarsın. o sana nasıl bakar? işte bütün mesele bu.
...seninle aramızdaki türlü türlü ilişki yüzünden, kim olduğun, kim olabileceğin yüzünden, ne düşündüğün, ne hissedebileceğin yüzünden, aslında son yıllarda yaptığım şeye konuşmak bile diyemiyorum. tanıdığımız, sevdiğimiz, seviştiğimiz insanlar olduğu sürece hiçbirimiz tam olarak samimi değiliz, en azından bunu söyleyerek samimi görünebiliyoruz. ben hep herkesin aklından geçen her şeyi söyleyebildiği bir dünya hayal ettim. o kadar çok hayal ettim ki en sonunda kendimi kafamın içinde bir başka dünyayla yaşarken buldum. seninle ne zamandır birlikteyiz saymıyorum ama, ne kadar sürmüş olursa olsun, beni tanımlarken söyleyebileceğin ilk kelimenin "hayalperest" olduğundan eminim. bugün sana küçük bir sır vereceğim. hayalleri sevmiyorum. hayallerde yaşıyorum, çünkü gerçekleri bilememek beni öldürüyor.
/
tümünü göster