bir keresinde aşık olduğum da oldu, yani ya da bilmiyorum onun gibi bir şeydi... durup gidişini seyrettiğimde belki de "yaşamaya devam etmekten daha kötü ne olabilir?" dedim kendi kendime.
bir gün bana bir akşamüstü; "korkuyorum senden" demesinin, birlikte küflenebilme ihtimalimizi o an ortadan kaldırdığı gerçeğiyle yüzleşmemin, ense köküme değen son akşam rüzgarına denk gelmiş olması, tam anlamıyla birkaç bin yıllık vazoyu elinden düşüren andavallı bir fransız müze görevlisinin haber bültenlerine yansıyan surat ifadesini, o an şakaklarıma dayamıştı.
"korkuyorum senden; böyle giderse, bir gün sen gideceksin çünkü..." cümlesi tam anlamıyla bir fibonacci deneyinde, belirli bir altın oranla artarak devam eden sonsuz sayı dizilerini ifade etmese de, her şeyi sıfıra eşitleyen saçma sapan bir teori olmalıydı.
eğitim fakültesinde okurken her ders mutlaka duyulan klasik cümlelerden biriydi; tüm pedagojik çürümeye yüz tutmuş, betonarme hocalar durmadan tekrarlıyordu: "insanlar; okuduklarının yüzde onunu, duyduklarının yüzde yirmisini, gördüklerinin yüzde otuzunu, uyguladıklarının yüzde doksanını hatırlarlar..."
bir keresinde "yaşayıp uyguladıklarımıza bir örnek ver..." diyerek işaret parmağıyla kürsüsünden bütün sınıfın kaderini değiştirebileceğini sandığım profesörün suratına aval aval bakıp; "bizzat, kendi acılarım..." deme isteğimi boğazımda düğümlediğim gün; artık bir şekilde mezun olmam gerektiğini anladığımda, hala öğrenecek çok şey olduğunu, ne yazık ki öğrenememiştim.
sıcakken anlamıyor insan belki ama; bütün kötü öykücüler, herhangi bir gün ense köklerine değen herhangi bir akşam rüzgarından sonra önlerine birer beyaz kağıt alıp; okuyup duydukları, görüp uyguladıkları, yaşayıp tattıkları, soluyup dokundukları her şeyi resmi kayıtlara geçirdiler...
aslında en çok, birinci elden yaraları anlatan öykülerin ilk cümleleri gizlidir; tırnak içinde ve büyük puntolarla:
"yaşamaya devam etmekten daha kötü ne olabilir?"
bir gün bana bir akşamüstü; "korkuyorum senden" demesinin, birlikte küflenebilme ihtimalimizi o an ortadan kaldırdığı gerçeğiyle yüzleşmemin, ense köküme değen son akşam rüzgarına denk gelmiş olması, tam anlamıyla birkaç bin yıllık vazoyu elinden düşüren andavallı bir fransız müze görevlisinin haber bültenlerine yansıyan surat ifadesini, o an şakaklarıma dayamıştı.
"korkuyorum senden; böyle giderse, bir gün sen gideceksin çünkü..." cümlesi tam anlamıyla bir fibonacci deneyinde, belirli bir altın oranla artarak devam eden sonsuz sayı dizilerini ifade etmese de, her şeyi sıfıra eşitleyen saçma sapan bir teori olmalıydı.
eğitim fakültesinde okurken her ders mutlaka duyulan klasik cümlelerden biriydi; tüm pedagojik çürümeye yüz tutmuş, betonarme hocalar durmadan tekrarlıyordu: "insanlar; okuduklarının yüzde onunu, duyduklarının yüzde yirmisini, gördüklerinin yüzde otuzunu, uyguladıklarının yüzde doksanını hatırlarlar..."
bir keresinde "yaşayıp uyguladıklarımıza bir örnek ver..." diyerek işaret parmağıyla kürsüsünden bütün sınıfın kaderini değiştirebileceğini sandığım profesörün suratına aval aval bakıp; "bizzat, kendi acılarım..." deme isteğimi boğazımda düğümlediğim gün; artık bir şekilde mezun olmam gerektiğini anladığımda, hala öğrenecek çok şey olduğunu, ne yazık ki öğrenememiştim.
sıcakken anlamıyor insan belki ama; bütün kötü öykücüler, herhangi bir gün ense köklerine değen herhangi bir akşam rüzgarından sonra önlerine birer beyaz kağıt alıp; okuyup duydukları, görüp uyguladıkları, yaşayıp tattıkları, soluyup dokundukları her şeyi resmi kayıtlara geçirdiler...
aslında en çok, birinci elden yaraları anlatan öykülerin ilk cümleleri gizlidir; tırnak içinde ve büyük puntolarla:
"yaşamaya devam etmekten daha kötü ne olabilir?"