avatar
''vay be'' dedim iki tl'ye aldığım korsan dvd'nin sonuna geldiğimde, ''adamlar ne film yapmış''. ''görsel efektleri ile zaten çıta mıta koymamışlar ortada. üstüne üstlük özgün bir konusu ve gayet etkili şekilde verilmiş bir ana fikri var filmin. aksiyon sahneleri klişe ama, o kadar kusur kadı kızında da olur'' diye düşünmüştüm izlediğim bir filmi aradan en az yirmi dört saat geçmeden değerlendirmeme prensibimi bir yana bırakarak. hatta gaza gelip gelmiş geçmiş en iyi on filmden birisi ilan etmekten de çekinmedim son günlerin çok ses getiren filmi avatarı.

sonra şunu farkettim: bu film, ''son samuray''ın bildiğin çakması. hatırlayalım son samuray'ı; ne vardı: hızla değişen bir japonya, tüm tekniği ve kokuşmuşluğu ile yükselmekte olan burjuva kültürü, ve kapitalizmin ruhsuzluğuna direnmek adına tarihin tekerleğine çomak sokmaya çalışan, bu uğurda demiryollarına falan saldıran samuraylar. imparatorun ordusu bencilliği, yabancılaşmayı,yozlaşmayı temsil ediyordu. samuraylarsa daha yüce duyguların insanlarıydılar. tüm teknik zayıflıklarına rağmen ''insan olmanın onurunu'' korumaya çalışıyorlardı. (tabi film öyle anlatıyordu. benim gördüğüm ise, özünde japon feodal beylerinden başka bir şey olmayan samurayların iktidarlarını koruma kaygısı idi. ama biz filmin önermesini doğru kabul edelim) tabi bir de nathan algren var. kapitalist ruhsuz batının simgelediği her şey olmayı başarmış eski bir asker. japonya'ya samuraylarla savaşmak için gelmiş. ama onlara esir düşüyor, ''ulan boş boş duracağıma bari şunların kültürlerini öğreneyim'' derken onlardan birisi olup çıkıyor. yıllardır doldurmak için uğraştığı ruhundaki kara deliği samuray öğretileri ile dolduruyor. sonra da içinden geldiği medeniyete samuraylarla birlikte kafa tutuyor.

şimdi avatara bakalım: imparatorun ordusunun yerinde kapitalist bir şirket; samurayların yerinde ''na'vi''ler; nathan algren'in yerinde ise ''jake sully''. geri kalan her şey aynı (hayvansı görsel efektler hariç)

iyi de abi, sen senaryoyu direkt arakladıktan sonra ben nasıl tebrik edeyim senin yarattığın görsel zenginlikler için seni; nasıl verdiğin mesajlara odaklanayım. jake sully karakterini zihnimde canlandıramıyorum bile. nathan algren geliyor aklıma.

ha, iki senaryo arasında ince ama keskin farklar var tabi: samuraylar gelişmenin her türlüsüne karşıydılar örneğin. demir yollarına saldırıyorlardı.(tıpkı kapitalizmin ilk yıllarında kapitalizme kızıp makinalara saldıran işçiler gibi) topun, tüfeğin, makinalıların karşısına ok ve kılıçla çıkıyordu mallar. (makinalıların karşısına tüfek bulamadığın için okla çıkıyorsan anlarım da, zaten tüfeğe karşı olduğun için savaşıyorsan kullandığım mal sıfatını geri almam.) na'viler ise yeniliğe direnmiyorlardı. ''gök insanları''nın kendileri için yollar, okullar, hastaneler yapmasına müsade etmişlerdi mesela. ayrıca son samuray gelişim ve ona gösterilen direnç üzerine kurulu iken, avatar daha çok ''sömürgecilik'' ya da ''doğa ile uyum içinde yaşam'' gibi konulara eğiliyordu.

yine de, iki film arasındaki benzerlik; kemik olay örgüsünün birbirinin kopyası olduğu gerçeği reddedilemez. ve bu da benim filmden aldığım tüm zevkin içine etti. aklıma tüküreyim; nereden farkettiysem bu benzerliği? *(*(gülücük))