devrimci dönemler ve çalkantılar dünyanın her yerinde en sıradan görünen insanları bile müthiş birer kahramana dönüştürmeleri ile tanınırlar. öyle ki devrim çok zaman sadece toplumsal bir alt üst oluş değil, ama bununla beraber toplumun her hücresinin kendi alt üst oluşu, kendi sınırlarına dayanmasıdır. devrilen için de deviren için de. pancho villa çok bilinen bir örnektir, basit bir köylüden, adi bir hayduttan başka bir şey değilken ve olamadan öleceği de aşikarken devrimin büyük komutanı oluverir. o ana kadar içinde taşıdığı erdemlerin anlam kazanması için dünyanın dönüş hızında bir artış, bir çalkantı gerekir.
nazım'ın karayılan'ı mesela daha farklı bir örnektir de aynı yerde çırpınır; düşman antep'e girince karayılan'ı korkusunu saklayan bir gül fidanına tırmanmış bulurlar, ama karayılan bir yiğitlik destanına dönüşüverir. aslında tüm kuvayı milliye destanı kahramanlarının ortak özelliği budur. sıradanlıklarıyla aramızdan birileri bir anda kahramanlaşırlar. bu hal nazım'ı da hayran bırakmıştır ve bunu işlemeyi çok sever. kemeraltında fotika'nın memesini tutan ellerin kürekleri bırakmaması, kapalıçarşı'da bücür'ü iki mars bir oyunla devirenin dağlara anadan doğma görünmesi, 13 yaşında gencecik bir fidanın kırılan beli, kavgadan önce kartal'da bahçıvan olup kavgadan sonra kartal'da bahçıvan kalanların hikayeleri yani.
bütün devrimlerin böyle hikayeleri vardır. belki en çok ekim devrimi'nin. ekim öyküleri adlı bir derlemeye denk gelirseniz bir gün bir sahafta kesinlikle alınız, o hor görülen ve gören milyonlardan nelerin çıkabildiğine şaşmak, bakıp şaşmak bizi umutlu kılacak en güzel karşılaşmadır.
troçki; şubet devrimi sırasında tanık olunan bir hadiseyi anlatır. adliye sarayı yanmakta ve girişinde bir savcı ile hakim duruma içlenmektedir, arşivler yok olmaktadır çünkü. orta yaşlı bir işçi yanaşır yanlarına, "merak etmeyin" der "sizin kağıtlarınız olmadan da biz toprağı paylaşırız". bizim insana duyduğumuz güvenin ve umudun en harikulade tanığıdır o sözler. 17 yaşında gençleri linç etmeye kalkanların, italyan stili gelinliklere şehvetle ağzı sulananların, öfke ve lanetimizin hedefinde duran tüm cuhelanın içinde barındırdığı kahramanların öyküsü. dudak büküşümüzdeki istihzayı silip atacak bir çırpınma, ol sebebten çok severiz böyle kahramanları.

aşık ihsani, bunlardan biridir sadece. sırası gelene kadar okuma yazması olmayan o tarladan bu fabrikaya koşuşturup çalışan bir adem. sırası gelince halkın umudunu derleyen yeni bir söyleyişi yeni bir söyleme eşlik için bize bağışlayan. sırası geçtikten sonra diyarbakır'da yaşar bir ihtiyarcık. sırası bitince, dün bitmiş duyduk.
gözleri görmeyen ama trt yardımlarıyla yaşamını ve eğitimini sürdüren ve beri yandan tümüyle mistik bir alemde yazan, okuyan aşık veysel'i yere göğe sığdıramayanlar her nedense ihsani'nin adını bile bilmezler kimileyin. halbuki o ihsanidir ki okuma yazma bile bilmeden başlar devrimciliğe ve nice büyük parça yazar, besteler, söyler, onbinlerin boykotlarında grevlerinde görünür. sırtında sazı ayağında çizmeleri eylem eylem gezer (bu kıyafetleri hatırlayan nil karaibrahimgilin turkcell reklamlarından hatırlayacaktır).
kendi döneminde nicelerine feyz olmuş, her fraksiyonun il örgütünü iyi kötü doğrulttuğu yerde bir ozan istihdamı yapması farzdan sayılmıştır. ozan çağdaş vardır örneğin, ankara'da bir çevre için kahramandır, başka başka ozanlar türemiştir. hiçbiri ilki kadar içten ve ilki kadar etkili olamasa da bir dönemin şeklini vermişlerdir. üstelik hep insan kalabilmiştir ihsani. 17 kere evlendin dediklerinde "genç aldım dul boşadım" demiş, demokrat parti için de şiir yazdın dediklerinde "cahildik" demiştir. onu bizden yapan biraz da hataları değil midir. daha ilkokul yıllarında yurdu düşmandan kurtaracağımlı yeminler etmeyişi değil midir. ihsani, ilkokul yıllarında karga kovalamaz örneğin tezek toplar, üstelik tezek -inanın- pek destansı bir malzeme değildir. ve sonra bir köşebaşında daha iyi günler için toplanmışların sözü olur. yaptığı sanatın kalitesini tartışalım elbette. vülgerliğini, ajitatif öğenin vurgusunu, kofluğunu sayalım dökelim. fakat o yıllar yapılan devrimin de eti budu bu kadar değil miydi? memlekete sosyalizm getirmek (yarabbi getirmek) isteyenlerin öncelikli sorunu ülke kalkınması değil miydi? bir tek vülger ihsani değildir herhalde bu koşullarda.

yıllar yıllar evvel, ankara'da bir radyoda sesini duydum uzun bir aradan sonra:
- bu sözümü bir kenara yaz
faşizm 15-16 haziranları olan bir ülkede fazla yaşamaz!

o yakınlarda yapılacak bir sanat etkinliği vardı, çağırabileceğimiz pek çok isim böyle mütevazi bir iş kendilerine bir şey katmayacağı için para istiyorlardı. bir anda bir şimşekle aydınlanır gibi aydınlandı kafamın içi, neden ihsani gelmesin ki. yapacağı etki, toplayacağı kitle gibi politik-pragmatik hesapların ötesinde bu adama bir saygı duruşunu çok görmemeliydik. sanıyorum ali balkız aracılığıyla ulaşmıştık kendisine, "yoldaşlar, benim ellerim tutmuyor saz çalamam ki" demiş, dedik sadece onur konuğu olsun, gelsin otursun burada. onun hastalığı bizim bütçemizin zorlanmaları ile iptal oldu bu plan, şimdi ölüm haberiyle birlikte tuhaf bir pişmanlık duyuyorum, hiçbir şey olmasa bir tek rakı içemedim bu anıtla diye.

velhasıl aşık ihsani öldü. günahı sevabı, yaptığı ettiğiyle ayrıldı aramızdan, hepsi bu kadar.