tam da böyle birşey işte bu.

bi şeyler anlatmak istiyorum ama anlatamıyorum. karşımdaki kişilerin boş bakışları boşa kürek çektiği hissini veriyor bana ve yeniden kabuğuma dönüp kozamı örüyorum.

işte yine yaptım. başından biraz ortasından biraz ve sonundan azıcık duyguyu birleştirip iki cümleyle bitiriverdim. şu hayatta en zor şey nedir deseler bana, kendimi anlatmak derdim. ha buna niye mecburum bunu da anlayamıyorum ama bi şekilde mecburum.

şimdi şöyle oluyor; siz herkesi dinleyen ama kolay kolay anlatmayan birisiyseniz (ki o kişi işte benim) çevrenizdekiler de bazı bazı iyicilik oyununuzu fark edip yardım etmek isteyebiliyorlar. bu belki bir karşılık verme isteği oluyor kişilerde o an için. belki de cidden yardım etmek istiyorlar, bunu henüz çözebilmiş değilim. ama işte tam da sizin kozanızın çatırdamaya başladığı o anlarda siz de paylaşma ihtiyacı içindeyken karşınıza çıkan kişiye anlatırıveriyorsunuz herşeyi. ya da ben öyle sanıyorum. karşınızdaki kişi uzun süre sessiz kalarak dinliyor sizi, siz de bunu anlattıklarını anladığına yoruyorsunuz. hiç de öyle olmuyor sonucu.

bunu ilk kez babamın vefatının ardından yaşadım. hiç kimseye babamın ölümünün benim için ne ifade ettiğini anlatamadım. önce bakışlarım donuklaştı, sonra gülümsemem kayboldu ve iyicilik oyununun aksesuarı olan mutluluk maskesi yüzümde eğreti durmaya başladı. işte ne zaman ki maske eridi çevremdekiler "anlat" demeye başladılar. istedim hem de nasıl istedim içimdeki acıyı kelimelerle ifade edip içimden söküp atabilmeyi. ama anlatamadım, sustum. bu kez "anlat" sözleri yerini " ne istiyorsun"a bıraktı. beni ne söylersem söyleyeyim her koşulda kabul edeceklerini bildiğim üç kişi toplanıp ısrarla gözlerini dikerek bu soruyu sorduklarında dudaklarımdan şu iki kelime döküldü sadece;

- ağlayacak omuz

birisi yerinden kalksın bana sıkıca sarılsın istedim. üçünden birisi. buydu sadece. tam da kelimelerin birebir ifade ettiği şeydi istediğim şey. beni her koşulda anlayacağını düşündüğüm bu üç kişi önce birbirlerine baktılar sonra da bana, uzunca. anladım ki anlamıyorlar. kızdım kendime hem de çok kızdım. kapıyı vurdum çıktım ve uzunca bir uykunun kollarına bıraktım kendimi. anlaşılamamak, özellikle de anlayacağını düşündüğünüz kişi(ler)in sizi anlamaması bazen ipliğin en inceldiği nokta olabiliyor pamuk ipliğiyle tutunuyorsanız eğer yaşama.

kendime geldiğimde düşündüm neden böyle olduğunu. onların yerine koydum kendimi. ama ben de onları anlayamadım.

üstünden zaman geçtikçe anladım onları ve diğerlerini. herkes kendine göre kurduğu yalan dünyasını yaşıyor bu hayatta. ve siz yalan söylemeden dürüstçe, doğru kelimelerle ifade ettiğinizde kendinizi bunu anlamıyorlar.

çünkü yalan dünyalarda doğru kelimelere yer yok!