matarasında binkaç çiçekten süzülmüş bir berrak havuzla vardı kapıya, kapıya söyledi, hepsi açılacak gibi, çiçekleri çıkardı, bir bahar, bir kızıldan koyu ağlama.

yalan söylüyorum, sorsan bilmez üçten fazla çiçek. vallahi, sorsan bilmez soyunu, sorsan, sormazsın, kapılara inadı var. fakat berisi papatyayı biliyor ya mesela, çok iyi biliyor, o dersi almış, sular seller bilmem hangi dereler... papatyalar bile konuşur bununla (bununla diye anlatınca garip geldi de işte bu diyorum yahu). diyelim cebinde son parası, akşama yiyecek simidi yok, gider papatya alır, vallahi alır. diyelim yok diyemediğimizden şöyle anlatalım. misal insan diye bir şey olmasın, hepimiz köfte olalım, böyle inegöl, izmir, pideli, fırın, kadınbudu, kasap... hepimiz köfteyiz farzedin işte, bu diyorum gider piyaz olur. bana der misal, "aga köfte olma, kadayıf ol" der, anlatamadım ki benim ayran olasım var esas. he işte, onu da anlamaz, kadayıf yapacak illa bizden.

aylardan mayız, mayışmışız, bir köşecikte kedi yatıyor, ihtirassız, ankaranın yağmuru bekliyor öğleden sonrayı, konur sokak çok bekliyor, dost'un önünde elinde kısa samsun düşünüyor ve ulustan ötede elinde karanfilli cigarası bir pezeveng bağrını dönüyor rüzgara, bent deresi cıvıl cıvıl, incirlinin yükseklerinde uçurtma sarıyorlar çift kağıtlı, kaleye tırmansan çay bardağı karşılar, aylardan mayıs, hiç çıkacak halde değiliz, içimizde bir kedi uyuyor ihtirassız.

allah belamı versin, yazdıklarını okuyasım kalmadı, hep öyle ufak ufak çiseleyen bir duygusallık falan, ama yok ki arkadaşım, ben biliyorum, halbusi duygusuz insan,geçen gördüm bir karıncayı eziverdi başparmağıyla, fason yani, ha sorunca da "ay ben kene sandımdı" e olmuşsun sen! bir kere "sandımdı" nedir onu bir anlat önce. bir de bazen gülüyor falan ona da kanmayacaksın, habis bir urdan süzer gibi senden kahkaha süzüyor, böyle sinsi insan yani, pusuda sürekli, he inanmadın, he ama öyle. tam bir şey diyecek oluyorsun, bir gülüyor, susmaya son anda varıyorsun, olmuyor!

karadenize çıkan bir bulut gibi, öyle kolay, öyle içten geliyor, umurunda değil zil takıyor, dünyayı zilden izliyor, delikanlı da. bana birini hatırlatıyor, belki ekim belki daha mart, ama mutlaka birini hatırlatıyor. cezveye koysan kokuveriyor, çağırıyor, ama fallardan çıkmayacak kadar erişkin. sonra misal klavyede nokta yokmuş hep virgül varmış gibi koşuyor, nereyeyse. bir de bir köy evinde odun kırıyor, öyle güçlü kuvvetli, yan bakıyor, yan bakar bakmaz nacak dile geliyor: "kırayım abi, buyur yeter ki". küsmeyi bilmese posta koyacak nacağa da, beni öyle köy evinin bahçesinde yarıp duruyor.

yok lan yok, şizofren değil bildiğin insan, vallahi, ha biraz tuhaf olduğunu kabul eder o ayrı, ama valla insan. he ama biraz garip bir ceryanı var, otomatik kapı gibi çarpıyor.
bilenler bilinler.. mayıs.tır mayızdır.. düşlerin yok oluşunun temelidir biraz da... zaten dünyaya hiçbir zaman pembe gözlüklerle bakamamış bir insanın karanlığın arkasından dünyayı görmeye çalışmasıdır biraz da.. boşuna sorularla kafanızı doldurmayın hiç bir zaman göremedi.. sonra karanlığa alıştı ve ama yaşadı..
dün gördüm yol üstünde.. "mayıs rehabilitasyon merkezi".. şaşırmadım aslında.. bir rehabilitasyon merkezi kursam ben de ismini mayıs koyardım.. bu bir işaret mi.. evet işaret.. deliriyoruz ey dünya.. kafamıza bir sürü saksı düşmüşken akıllı kalmak ne mümkün..