geçen gün karşı dükkandaki tornacı murat bizim mesai arkadaşına sormuş benim için:
"o da okumuş birine benziyor, ne işi var ki burada? nasıl düşmüş?"
bizim koca macır'ın cevap belli ya:
"yarrakkafalı işte!"

efendim herkesin bir zanaatı var. bizimkisi bir vakit yazmaktır belledik, para kazandırmıyormuş, editör milletinin eli pek sıkıymış. demirciliğe meylettik, öbürünü hobi olarak sürdürüyoruz. ama sürdürmekte de niyetimiz ciddidir. lakin bunca zaman biz yazdık, milletin maskarası olduk, dememiz odur ki bundan gayrı biz milleti maskara edelim, madem de para kazandırmıyor. bundan sonra telifsiz politika, sanat bilmemne yazmıyorum, yazacağım sadece sinema yazısıdır. o da kötü film olacak ki yazayım, öyle iyi filmlere gelemem, kötü olsun, şanlı şöhretli olsun da iki laf geçirelim, şanımız yürüsün. elbette bu arada çektiğimiz ızdırap, kaynak almış gözlerimizde iki damla yaş olup bizleri ferahlatacaksa, ona da razı oluyoruz.

işte ol ızdırap ki içimi dışıma çıkarıp beni bir fenafillahlara terk edince istedim bir eğlencelik seyirlik bir şeyler bakayım. 7 kocalı hürmüz: fevkalade! daha da bu film için ne diyeyim efendi ben?

ezel akay, titiz çalışan birisi. seti kurmasından ekibi toplamasına, müzik seçiminden kostümlere kadar. zaten bir filmi film yapan başka nedir ki? daha evvel yerli sinemaya bok atarken çokça değindiğimiz gibi tolstoyları, dostoyevskileri olmayan bir halkın sineması ibiş ile pişekarlarına, hacivat ve karagözlerine bakabilmeli diye. ezel akay'ın gerçek nuru buradadır. bize öyle kaldıramayacağımız ağırlıkta yükler yükleyip, sonra da "siz bunu kaldıramazsınız" diyerek olayın içini kıçını açaraktan, her boka açaıklama getirerekten, ıvırı zıvırı anlatacağım deyip bir şey de anlatamamaktan muzdarip yerli sinema bir yana ezel akay'ın eğlencelikleri bir yana. yok illa mesaj mı lazımdı, o da var filmde: gökten sapır sapır herif yağacak, tövbe yarabbi...

şimdi şu ağır yönetmenlerin işleriyle karşılaştırarak bakmak farzdır. son 5 yılın gişesi ya da bahsiyle fazlaca bizi yoran yerli filmlerine bakın. eldeki imkanlar belli, misal biri memleketin plak mafyası olan, diğeri gişe rekoru kıracak kadar ağlatan iki yönetmeni eldeki imkanlarla ne yapmıştır? ezop ise koca bir set kurmuş (filmin resmi sitesinde çivi adetlerine kadar kullanılan malzeme listesi var) yer döşemesinden, sedirine kadar her şeyini bir tamam yapmış, tam sayamasam da en az 100 tane ayrı kostüm tasarlanmış ve dikilmiş ki özellikle kadın kostümleri oldukça ağır işler, teknik ekipmanları gayet yerinde kullanmış (hacivat ve karagöz neden öldürüldü'de bu biraz eksik kalmıştı), ışıkçısından kameramanına kadar işin ehli insanlarla çalışmış ve bence çalışırken onların işlerinin ehli olduklarını baştan kabul etmiş. beri yandan mafyoz yönetmen poster pozu vereyim derken piç bir şekilde filmi yaktırmış kameramana, öbürü müzik yapayım derken göz çıkarmış. aradaki imkan farkına bakarak anlayın bunları.

filmimiz seyirlik, eğlencelik ve tabii ki batılının anlamasıyla müzikal (bizde seyirlik denilen tiyatro dalı ortaoyununu vs de içine alarak daha geniş imkanlarla tanımlıyor bu işi). müzikler çok büyük bir önem kazanıyor haliyle ve ezel akay'ın asıl işi de belli. ama bu sefer müziklere adını vermemiş, ender akay ve sunay özgür çalışmışlar, gayet başarılı çalışmışlar. geçişlerdeki müziklerde ise vokaliz lezzetli hale getirmiş seyirliği, sadece geleneksel çalgıların kullanımındaki başarı değil, bir müzikal rengi oluşturacak vokaliz sesleri de çok güzel. yalnız anladığım kadarıyla nurgül yeşilçay -zaten kart seslidir- söylemiyor şarkıları, o solist kimdir ben onu çözemedim ve pek de merak ettim. bilen eden varsa zat-ı alime bildirebilir, tanıyan varsa tanıştırabilir.

dansların bazıları pek olmamış, biraz basit kalmış gibi. mesela hamamdaki dans sahnesi kamera açıları dışında biraz zayıf. yani şarkı muhteşem, ama kareografi biraz bayat mı ne. gerçi arada iyi görsel malzeme ile dolgu yapılınca o açık da kapanıyor sanki (sanki ne, sanki ne ulan) -herif yağacak kısmında değişiyor hadise- ayrıca nurgülüm sen orada dansediyorsun da udu kim çalıyor lan sahi?

kast ise bu memlekette eşi bir daha zor görülür türden. oyuncu kadrosuna şöyle bir bakın; o insanları başbakan bile bir araya getiremezdi fark edeceksiniz. üstelik kahvaltı yapmıyorlar, çatır çatır oynuyorlar, keyif alıyorlar, keyif veriyorlar. diğer meseleleri çözdüysek biraz orada duralım.

nurgül yeşilçay: aklımdan geçenleri burada yazmamın uçurulma nedeni olacağını bildiğim için ayrıntılarından bahsedemeyeceğim ama yerli sinemanın en muazzam varlığıdır kendisi. özgü namalla karşılaştıranlar varmış "hastirin" diyorum. asmalı konaktan bugünlere, çağan ırmak yerli sinemaya bir şey kazandırmışsa o da budur. bir de bu kadını vicdan'da seyredin, ağırlığı da bir başka güzel.

gülse birsel: ben sevmem pek kendisini, yani tanımam da aslında kendisini ama o gaga sunduğu zamanlardan bir soğukluğum var hala etki altındayım. ama rolüne pek güzel gitmiş, oturmuş, yakışmış, güzel de oynamış. yani öyle el bebek nazlı kız rollerinden uzak olunca bir de dizi stresinden kurtulunca zilli ablacık rolünde iyi iş çıkarabiliyormuş.

erkan can: rol biraz hafif gelmiş gibi. hafif gelmiş o rol. biz onun ağır pozlarına pek bir vurulmuşken bir anda mahallenin muhtarları kastına dönüşü ürküttü beni hiç değilse.

öner erkan: muhteşemdi. tipi, görünümü, mimikleri, hareketleri, tek başına filmi götürecek kapasitedeydi, çok iş var gençte.

sarp apak: çok sevimli. o yüzden kabadayı rolünde yalpalıyor arada, ama filmin bütünselliğindeki karakter algısı ile bu durum örtüşüyor da bir yandan. sahi bu çocuk "plajda" falan uğraşacağına böyle işlerde yürüsün yolunu.

pınar çağlar gençtürk: bu kızda iş var aga, işli bu. önümüzdeki dönem çok izleriz bu kızı ve en azından ben pek memnun olurum bu durumdan.

cengiz küçükayvaz: prodüksiyonun altında kalıyor, olmuyor işte. tamam kabul ediyorum rolü de en sıkıcı karakter ya da en basit güldürü unsuru üzerine olunca şansı yüksek olmuyor ama bu çapta bir prodüksiyona gitmemiş kanımca.

memet ali alabora: anasının babasının hatırına oynatıyorlar bunu beya. yok yani bir ışık görsem tamam deyivereyim, ama göremiyorum. ha yakışıklıymış, hadi oradan, bu adam yakışıklıysa ben değilim ulen, nedir çektiğimiz ya. fasulye sırığı bile rüzgarda az eğilir, bükülür, esner, bunda o bile yok, olanı da en hafifinden pek yapmacık.

haluk bilginer, müjdat gezen, halit akçatepe, erol günaydın, zihni göktay, çetin sarıkartal: kötü laf edebilmek mümkün mü?

şu deyimleri de arabelleğe kaydedip yeri gelince kullanacak olmam ayrıca kendi kişisel kazanımdır. yani filmi kötüleyecek olana filmden çok sözler alıntılayacağım:
- seni alan ağlasın kıçına kara çalı bağlasın.
- sokarım donuma çıkarsın toz pembe ben sana onu diyim.
- keçinin gözüne rakıyı sürmüşler nerde o kurt dermiş
- hepsimize.

gişesi yapımı kurtarıyor mu bilmem, ben korsan izledim ama ilk param olduğunda dvdsini alıp katkı yapacağım. böyle işlere hasretiz ondan.