387

=== gü-zel bir fik-rim var. bir kızla tanıştığında, eğer onu evine bırakmak üzere beraber yürüyorsanız, illa ki muhabbetin tıkandığı bir nokta olacaktır. işte o noktada bir smiths şarkısı mırıldan. eşlik ederse ne ala. yoksa mualla. asılma, garaja gider. ====

(aşağıda okuyacaklarınızın bu üstte yazanlarla hiçbir ilgisi yoktur. sadece aklıma geldi. kendime not. kabul edin, güzel fikir ama.)

aşağı yukarı hergün bu zile basıyordum. ama her seferinde de hangisi olduğunu karıştırıyordum. kızın babası ismini yazmasını istememişti zile. söylediğine göre, zilde isim yazıyorsa bu felaket tehlikeli olabilirmiş. evet, bir tecavüzcü tecavüz edip soymak istediği kişinin ismini kesinlikle bilmek ister, diye düşünüyordum zilde ismini görmediğim her an ve hemen sonra üstten mi yedinciydi, alttan mı diyerek yaklaşık bir on saniye transa giriyordum.

böyle bir günde. "bu sefer alttan. kesin alttan." diyerek, hatta hiç huyum olmasa da "bismillah" diyerek, emin olamayışımı emin olamadığım birşeye emanet ederek adeta, zile basmış bulundum.

diyafondaki tanımadığım ses "kim o?" diye sorunca, kadın sesinden ötürü tanımlayamadığım bir rahatlık geldi "demek ki üsttenmiş" deyiverdim
"kimsiniz beyefendi?"
"özür dilerim. yanlış basmış olmalıyım. siz alttan yedinci misiniz?"
"nasıl?"
"zilde diyorum, alttan mı yedincisiniz, üstten mi?"
"alttan yedinciyiz ama beyefendi siz kimsiniz?"
"ben yanlış bastım. özür dilerim. ben alttan yedinci daireye gelmiştim."
"alttan yedinci biziz beyefendi. siz kimsiniz? bakın abimi çağırıcam şimdi. deli misiniz sizi?"
"hayır, hayır. lütfen. çağırmanıza gerek yok. yanlışlık yapıyorum üst üste. kusura bakmayın. ben üstten yedinci daireye geldim."
"iki düğme aşağımızda"

(bu apartmanda kaç daire vardır?)

matematik sorusu olsaydı, çözerdim. hayat bir matematik sorusu olsaydı, çözerdim. hatta sonucu size de söylerdim.

ben bir gün bu arkadaşımla denizde yüzüyorum. arkadaşım kız ama neticede biz de erkeğiz. y kromozomunun diğer adı şov kromozomudur, doğal olarak biz erkeklerin biraz şov yapması gerek her platformda, her zaman. arkadaşıma dedim ki, "sen benim ayakbileklerimi tut. ben kulaç atarak seni kıyıya kadar çekicem." tuttu ayakbileklerimden. biz böyle tır gibi, ben önde o arkada kıyıya çekiyorum onu. sonra bi ara durdum dedim ki, "sen de ayakları çırp, daha hızlı gidelim"

"tamam" dedi kız. başladı benim ayaklarımı yukarı aşağıya çırpmaya. yapılan saçmalığın idrakine varmak için geçen 5 saniye gibi kısa bir süre sonra, kafamı sudan çıkartır çıkartmaz bir deniz kahkahası patlattım. denizherşeyinde olduğu gibi denizde atılan kahkaya da deniz kahkahası denir. bir yandan gülüyor, bir yandan batıp batıp çıkıyoruz. bu hayatımın tek boğulma tehlikesi iki tane arkadaşın bağıl embesilleşmesi nedeniyle gerçekleşmiştir.

yıldızların denizdeki haline deniz yıldızı denir. işte o, bambaşka bir hikaye.

öte yandan, hikayemizin asıl kahramanı olan bir zamanlar aşık olduğum kıza dönecek olursak, onunla da bazı embesilliklere imza atmıştık. o da zeka bakımından birçoklarını sollar durumdaydı. bu nedenle, muhtemelen küçükken her birisi farklı çiftler olmak üzere birkaç çift tarafından birkaç kez "sen bizim kızımız olsana" önerisini duymuştu. üstelik güzeldi de. zaten güzel olanlar ki onlardır. destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

şu an düzenli seks yapabiliyor kendisi. tebrik ederiz, altınını da takardık çağırsaydı, elimiz titremezdi. ben arabesk değilimdir. nikahlara giderim. fakat benim başka yönden başka türlü prensiplerim vardır. mesela bir kızın evine gittim. evinde kitap yok. o kızla sevişmem. seviştiremezsiniz. mesela bir kız, bir gün illa ki gerçekleşecek bir zombi istilasına inanmıyor. bitti. sevişmiyorum. the smiths mesela. simit değil, gevrek diyorsa kız. yok, bitti. bunlar ve bunlar gibi prensipler yüzünde düzenli seks yok bana. yapacak bişey yok. kendim seçtim diyebilirim.

insanlar düzenli sekslerine yüzlerce kişinin önünde devletin kağıdına imza atarak onay alıyorlar ya, ben gülümsüyorum buna. gülmüyorum ha, gülümsüyorum. gülersem hakikaten eğlendiğimi düşünebilirler. neyse, yeter artık, ben anarşist değilim. devlet olmalı ve insanların sevişmelerine onay ve izin vermelidir. yanlızca heteroseksüellerin sevişmelerine ama. diğerlerinin canı cehenneme. ayrca bekaret kontrolü ücretsiz olmalıdır. sosyal devlet dediğin böyle olur.

kıza dönelim. bekar haline elbette. saçma sapan bir ahlak dayatması belki ama, ben toplumun ahlakına uyaroğluyum, neticede evlenmiş kız. ben ona dokunmadım. daha da dokunmak istemem. lavabosuna bile girmedim, ona sormadan, belki unuttuğu birşeyler vardır diye. bu bilinsin isterim. delikanlılığın kitabını yazmadım ama önsüzünü benden rica etti yazarı.

neyse, şimdi ben onunla yolda yürüyorum. bir aralar en sevdiğim şeydi bu, onunla yolda yürümek, hatta ellerimi cebime atmak ve kolunu koluma taksın diye ondan yana olan kolumu hafifçe kırmak. beraber yolda yürüyoruz. koluma da girmiş. ben o anlarda, sevişmek, öpüşmek veya başka bir işteş fiilde bulunmak istemezdim işte. tanrı'nın bir ismi de "en büyük şahit"tir.

böyle yürüyüşlerden birinde telefonu çaldı kızın. aralıksız bir on dakika başka bir kızla kızsal şeylerden bahsediyorlardı. ben çoktan iç şarkılara başlamıştım bile. bir yandan da arabaların plakalarını dokuza bölme oyununu oynuyordum. doktor farketmişti bunu. dokuza bölünen sayıları diğerlerine göre daha hızlı okuyormuşum. bana birşeylerle açıklamaya çalışmıştı bunu ama açık konuşmak gerekirse o gün, seanstan sonra önemli bir randevum vardı, bir kız koluma girecekti, bitse de gitsek diyordum. sağ lob sol lob birşeyler anlatıyordu. dinlememiştim. 387 bölünür ama dokuza.

kız birden kolumdan çıktı. ceplerine baktı. bir yandan da konuşuyordu, vıdı vıdı diyebileceğimiz şeye devam ediyordu arkadaşıyla.

"nooldu?" diye sordum. telefonu ağzından uzaklaştırdı. "telefonum nerede? telefonum yok. cebime koymuştum. sana mı verdim yoksa? senin cebin daha geniş diye." gerçekten de yürüyüşlerimizde çantasını yanına almaz, cep telefonunu bazen benim cebime atardı.

"yoo bende yok telefonun"
"evde mi unuttuk acaba?"
"bilmem. düşürdük mü ya. geri dönüp bakalım mı?"

"ah"

telefonunun kayıp olmadığını, elinde tuttuğunu, hatta konuştuğunu farketmemiz bayağı sürdü. sonra bir kahkaha ki sorma. hadi ben aşığım, aklım bir karış havada. senin neyin var?