2003 yılında bir toyluk yapıp, eskişehir film festivalini takip etmiştim. (ilk ve son festivalim oldu.) orada ethem özgüven belgeselleri arasında, kendisinin "melgesel" dediği deneysel bir film de gösterildi.

dijital ortamda hazırlanmış, eskimiş siyah-beyaz negatif görüntüsü veren, çekimler eşliğinde saçma sapan bir şeyler anlatılıyordu. örneğin: "yurdumuzun kuzeyinden güneyine uzanan toros dağlarının eteklerindeki bir sahil kasabası olan konya'da yaşardı abdurrezzak bey ve ilk bisikleti o bulmuştu." (detaylar farklı olabilir) gibi baştan aşağı yanlışlarla dolu cümlelerle başlıyordu dış ses ama ses tonu çok ciddiydi. devam ettikçe sürekli bir önceki cümleleri geçersiz kılan bir şeyler söyleniyordu. kendi deyimiyle amaçlanan metin olarak geriye bir hiç bırakmaktı. 3-5 dakikada bir de alakasız konularda (kimisi yabancı dillerde altyazısız) röportajlara yer veriliyordu. durduk yerde adamın teki oy vermek istemediğinden bahsediyor, bir sonraki röportajda başka bir adam fransızca konuşarak heyecanla bir şeyler anlatıyordu.

ethem bey'in iddiasına göre: her şey, siyah-beyaz görüntüler ve romantik bir müzik eşliğinde, ciddi bir ses tonuyla anlatılınca, gereksiz bir saygı görüyordu. yani bir yerinden türk belgesellerinin aldığı şekli eleştiriyordu ki gerçekten de salonun çoğu cümlelerdeki saçmalıkları fark etmeyip abdurrezzak beyi gerçek sandı. ethem bey salonda çok az insan güldüğü için kendini kötü hissetti. profesör naci bey "bu yönetmenden başka kimin suçu olabilir ki?" falan dedi, vs. vs.

geçen gün de, nafaka taleplerinden ağzı yanan mehmet ali erbil 31 mart dünya erkekler günü olsun deyince, ali kırca ile bir haber bülteninin muhtemel sonu canlandı gözümde:

ali kırca'dan "evet sayın seyirciler bugün 31 mart dünya erkekler günü, herkesin bir günü olduğu zamanımızda, bu ayrıcalığı en son kazanan bir çoğunluğun günü" diye başlayan birkaç söz, ardından yıldız kenter'in seslendirdiği bir metin eşliğinde, metne uygun, ağır çekim temsili erkek görüntüleri:

"erkekler. bizim erkeklerimiz. kimimiz için oğul, kardeş, baba, dede; kimimiz için ilk aşk, sevgili, nişanlı, eş. yakınlarımıza toz kondurmasak da, aslında hep suçlanan, sorumlu tutulan, bizim gibi bir cins... oysa onlar, vakti gelince savaşan, ülkesini koruyan şehit düşen askerlerimiz. vakti gelince ekmeğini taştan çıkaran, hamallık yapan babalarımız; vakti gelince perde asan, bakkala yollanan çocuklarımız. güçsüzlüğü, acizliği bir türlü yakıştıramadığımız, dünyanın bir yarısı.

bir futbol maçını, arkadaşlarıyla birkaç kadehi çok gördüğümüz. gündüz vakti evde oturtmadığımız. hem sen ağlayamazsın deyip, hem de duygularını dile getirmiyorsun diye kızdığımız. sadık olunca sünepe denilen, çapkın olunca nafaka ödeyen. biraz süslense efemine, bıyık bırakınca maço damgası yiyen; yine bizim erkeklerimiz.

oysa içlerinden ne büyük komutanlar, ne devlet adamları, ne sanatçılar, ne sporcular, ne düşünürler çıkardılar. zaferler kazanan, inkılaplar yapan, en güzel aşk şiirlerini yazan, 100 metreyi 9 saniyede koşan, fön makinesini ve dört işlemi bulan, yine bizim erkeklerimiz.

belki oburlaşıyorlar bazen, kabalaşıyorlar, hayat hırçınlaştırıyor onları belki, sürekli eleştirilen ve daha fazlası beklenen bir cinsin mensupları olarak belki de sadece usulca yenilen bir dürümde, 35 metreden atılan bir golde buluyorlar teselliyi. bir kez olsun evlatlarına "seni seviyorum " diyememiş baba, belki de tam da bu yüzden azarlıyor çocuklarını. tam da bu yüzden en son babalar duyuyor belki. kim bilir, belki de eşitliği içten içe en çok onlar istiyorlar.

mazlumu dinleyen çok da kimse zalimin derdini sormuyor. bir gün hariç.

yılın 364 günü suçladıklarımızın, bütün hatalarının unutulduğu, belki de haklarının teslim edildiği gün bugün. ne demiş atalarımız.: "yiğidi öldür, hakkını yeme." tüm erkeklerin 31 mart dünya erkekler günü kutlu olsun. iyi ki varsınız."

(ve tabii ki bir stad dolusu bağıran erkek görüntüsü ile kapanış. tercihen milli maç.)

olmaz mı? bence olur.