herkes bahar sever, sevmelidir. kitle kültürünün değilse zorunlu ilköğretimin resmi fotokopi etkisidir. o sınıfınızdaki resimleri falan düşünürseniz hak verirsiniz bana. ilkbaharın gülen deli danası ile kışın üşüyen elemanının aynı model olduğunu savlamak bile abesle iştigaldir. bahar ne güzeldir, ne güzeldir bahar, ağaç bayramı falan vardır, çiçek açar ağaç kokar. bahar güzeldir nitekim.
herneyse (türkçenin en muhteşem sözcüğü bu, tek korkum yarın bir gün bunu da ayrı yazmaya karar verirler diye, ayrıca "her şey" ayrı yazılmasa daha bir güzel işler görecek inanın, konuştum kendisiylen de öyle dedi, "beni bütün alın abi, ben bu bütünlükte güçlüyüm" dedi, valla!); bu sene pek bir bahar yaşanmadı. belki sürekli mesai saatleri içinde yaşayan bana öyle gelmiştir, fakat size nasıl geldiyse de hep bir bulanık, bulutluydu havalar. oysa baharın bir heterenom olmak gerekir portresi vardır. biz salaklar kırlara çıkacağızdır, çiçek toplayıp çimlerde yayılacağızdır. siz salaklar ne alemdesiniz bilemem, siz geneli istanbul'da yaşayanlar, kır görseniz sütaş reklamı sanırsınız da, biz bu yıl pek bir çıkamadık kırlara falan. ben -yalan değil- 3-5 kere denedim. anlatayım
1- okul dönüşü (okula da gittiğim var yaş 31) aldım biracıkları tırmandım fıratla bize ait olduğunu sandığımız tepeye. karıştırdım gene patikayı, hafif çamura bulandım. dergi aldıydım marketten de onu da kasada unutmuşum, be neyse deyip bahar coşkunluğu içinde tırmandım. sonra vardım ki bizim mangal yapmasak da ateş yaktığımız noktaya, bir oğlanla kız otururlar. geçtim kendilerini ötede bir sotede, onları görmeyecek şekilde konuşlandım. o an fark ettim ki dergi yoktur (kürtçe oldu alenen bu) açtım ders kitabını ona baktım. o aralar aşığım da biraz ya (hala ulen hala!) bakasım var gençlere temiz duygularla, utanırlar diye çevirmedim kafayı.
2- onun da bir hafta sonrası olabilir, aynı hafta olabilir. gene çıktım aynı tepeye. ahanda! yolda papatyalar gördüm, bahar papatyadır bırçetler, çok güzel şeydir papatyalarla karşılaşmak, her seferi ilk tanışma gibi. kopardım mı? yalan yok bizde, taç bile yaptım, bir iki tanesi hala kütüphaneden aldığım kitabın arasında. bana biri hatırlatmalı hatta iade etmeden çıkaracaklarımı. sonra çıkıyorum gene aynı tepeye, baktım ki iş makinası. haliyle big surprise, ne işi ola ki, işi yoksa adı alegorik. baktım bizim tepenin yarısını söğüşleyip, dikenli telle de bölüp iş çeviriyorlar, analarının süt eksikliğini sorguladım. gene en güzelinden neyse, oturup papatya falı baktım, aşığım ya, be ama inanacak değilim sonucuna da.
3- aynı tepeden evvel, iş çıkışı kesik bir meşe ormanının kenarında henüz kesilmemiş bir meşenin dibine oturdum. sağım solum inşaat, arkmda koca otoyol, o kadar da bahardan saymadım.
4- ezgi geldi. bunu bilmiyorsunuz haliyle, ben de bilmesem yerindeydi. yalan değil çok mutlu oldum, mutluluktan salak olacak kadar ama biliyorsunuz "insan çok zayıf" demiş pontus pilatius, "gerçek nedir" diye de sormuş. bu ayrı hikaye, ezgiyle sucuk ve şarap alıp çıktık tepemize (bizim tepemiz söylemindeki biz'in partnheri fırat agadır, yanlış olmaya) mangalı, kovası derken güzeldi. baharda, tepelerde, mangallarda, kovalarda konuşmak yasakmış, delmedik yasağını, siktiğimin yasağını (sc silsin diye dedim).
5- iş çıkışı götümü eriterekten çıktım köyün tepesine, oradan eski kilise, sonra cami, sonra kültür merkezi, bir küçük bina ile üç köpek görünür. oturdum genççene bir meşenin dibine, biram var da asıl güzel olanı benim iş çıkışımda hala güneş olması. serindi, çabuk tutmadım gene de kendimi. güneşe de baktım, yıldızlara da. telefon kapalı, kim arasa evde değilizden. uyumuşum orada öyle, sabah aynı yoldan işe gitmeseydim, bahar -hem 2011'in gedikli baharı- çok benim olmuş olurdu. meşe ağacı, çimler, uzakta papatyalar, içmeye bile gerek yoktu ki!

8 mayıs'ta fırat efendi dağıtım iznine geliyor. belki o zaman kısa bir bahar olur. olmasa zararı yok, bize ait olmayan zamanlardaki kapalı havalara neden düşman olalım ki. hele düşünün sosyalizm kurulsun, gündüz serserilikleri meşru olsun, o zaman düşünürüz kapalı havadan keyif almanın psikanalitik göstergelerini. ha rusya? onların baharı yok ki sosyalizmleri olsun!

bu notu reserve etmek için düşüyorum: bahar, biraz değişim, öyleyse yalnız kalmaktır; baharda yalnız kalmayanın yazınki yakınlığına "yaz aşkı" ya da "ikoncanların buluşması" derdi horkheimer abimiz.
saçma espriler de dolanmaya başladı etrafta: "sonbahar, kış ne oluyor lan, yaz". tabii aslında saçma değil, ilk duyduğunuzda tebessüm ediyorsunuz hatta güleniniz de çıkabilir. ama bunu duymayan insan kalmadığında anlamsızlaşmıyor mu? anlam aramak başka şey, benim -şu ara pasajları okuyan benim- resim ve sinema karşılaştırmasında çoğulluğun anlamsızlık olduğunu düşünmem başka bir şey. yani geçen yüzyılın ilk yarısından bakmış olabilirim afedersiniz.

sabah rüzgar vardı, momm n daddy, bahçeye biber kemeye çıktılar, ekemeden geri döndüler. çok rüzgarlı olduğuna üşümüşler, o bir şey değilmiş de biberler eğilir ölürmüş; biberler eğiliyor ölüyor, biz hala burda mıyız? italik kodunun güçlüğü için binlerce teşekkür ettiğim ve masanın altından hareket çektiğim biricik sevdiğim kendi baharını anlatmış, ona da tamah etmedik.

bahar dediğin dere kenarıdır, balık tutmaya çalışırken balık olmaktır şişe de. fırat yok, ilke'ye ne anlatsam bir kulağından öbürüne bahar zaten, sevdiğim bir kız var, onun da başka sevdiği varmış, balıklar hava soğuk diye evlerinde mısır patlatıp yatarlarmış, derenin sansürünü sikiim. bahar imgesinin yanaşabileceği her yerde bir gediğimiz de gedikliliğimiz de var galiba.

peki bahar, baharlığını unuttuysa? bir masalsa bu mesela? kendinizi hiç masal kahramanı olarak düşünmediniz mi? düşündüğünüz kadarında prens ya da prenses olmaktan bir zahmet vazgeçin, masalın figüranı olun iki dakka. ve unutmayın, masalda figüran olmayı bilmeyen prensliğe giden yolu da tepemezi. şimdi diyelim o kurbağalardan birisiniz sadece ve bahar sizin ülkenize gelmeyi unutmuş. karşınızda dev bir macera var, baharı bulup durumu anlatmak ve onu ikna etmek. ha yüzük amına koyim, hemen de yüzük!

bahar gelmedi diye telaş ettiniz, üzüldünüz, hazırladığını kıyafetleri giyemediniz de büzüldünüz. tamam da hakikaten kaç dere geçtiniz, kaç dağa baktınız baharı uyandırmak için? siz emanet ömrünüzden kaç gün yaktınız havalar ısınsın diye? doğalgaz faturaları gibi değildir, bedel ödemek, değilmiş. ben bugün suya gittim sordum baharı, yarın dağı tırmanıp arayacağım, papatya kokusu çeker, kırlara çıkacağım. çamurludur şimdi, onu da maceranın bedeli sayacağım.