sıkı bir futbolseverimdir. eskiden takım da tutardım. artık tutmuyorum. kendimi sadece futbolsever olarak nitelemenin, taraftar olmaya göre futboldan çok daha fazla zevk almamı sağladığını düşünüyorum. üstüne üstlük, takım tutma sebeblerinin farkındalığının getirdiği bir rahatsızlık da var.

her neyse, dünkü maça gelelim. ben futbolculara pek kızmadım. kahvede kağıt oynarken bile birbirine giren ''üniversite öğrencileri'' gördüğüm için olsa gerek, -çoğu orta okul mezunu- futbolcuların kavgasını yadırgamadım. ''vur-kır-parçala'' diye bağıran yirmi bin kişinin gazına gelip vuran/kıran/parçalayan futbolculara kızmak haksızlıkmış gibi geldi bana. dünkü maçın havası sakinmiş de, futbolcular olayı germiş de; geçin bunları efendim. türkiyede galatasaray ve fener gazozuna maç yapsa bile, sahanın üzerinde kara bulutlar dolaşır. bu bulutları besleyenin taraftarlık olduğunu görmek pek de zor olmasa gerek(fanatizm demiyorum bakın). taraftarlar ''futbolcuların sahaya yüreğini koymasını'', ''tekmeye kafa uzatmasını'' isterler. yani isterler ki, futbolcuların vücudu buram buram adrenalin salgılasın. sahay yüreğini koymak deyimi, vücudun kendini tehdit altında hissedip adrenalin salgılamasından, normalde kullanmadığı gizil güçlerini ortaya çıkarmasından başka bir şey değildir zira. düşünce yapıları ile çocuktan pek de farklı olmayan futbolcular mı suçludur; yoksa bir yandan futbolcuların adrenalin manyağı olmasını isteyip, diğer yandan onların bu stres altında sakin kalmalarını isteyen taraftarmı suçludur. cevabı ben de bilmiyorum. bildiğim, bu sorunun düşünmeye değer olduğu.

alaka kurulu mu bilmem ama, son olarak iki alıntı yapmak istiyorum:

''futbolcular çocuktur. eğer öyle olmasaydı bir topun peşinden bu kadar hırsla koşarlar mıydı''

jupp derwall

''tamam, ergün hasan şaştan çok daha centilmen, çok daha sakin bir futbolcu olabilir. ama siz bana galatasarayın ergün'ün hırsı sayesinde kazandığı maç gösterebilirmisiniz. ben size hemen şimdi beş örnek verebilirim.''

hakan ünsal