sevgili we;
bütün bütün yutulmuş mısır koçanları gibi sıkışık zamansızlıklarım ve tüm yediklerimden (bunu sakın küçümseme) daha koca tembelliklerimle karşında, ne zamandır aklımda kalan ve ertelediğim ödevimin başındayım. sana yazmak için sanki hep biraz daha fazla gerekçe sahibi olmam, hiç değilse hünerlerimin azıcık olsun pekişmesi gerekiyormuş gibi geldiği için belki çoktur düşünmekle kaldım bu eylemi. ve sadece düşündüklerimizin -diyelim sadece küçük bir bölümünü- bilinebilir kılabilseydik yazmadan, dünya ne muhteşem bir kaos olurdu, mutluluğun bununla kesinlikle ilgisi bulunmalı. bak, başlangıçta kaos vardı ama söz yoktu, evren oluştu -gea ve diğerleri- ama sözle birlikte olduğu için kaosun sözcüksüz, imsiz, işaretsiz hakikati bizden saklandı, şimdi ne kadar arasak da yanılıyoruz. sözcüklere vurulmuyor hakikat.

fakat elimizde, en iyi günümüzde bile sözcüklerden fazlası yok. hakikati başka nerede arayabiliriz ki? c harfini içeren bir yazı yazmıştın, kızın adını sigaraya yazmamızı tembihlemiştin. evet, hakikat sevip de unutulan kızın adını sigaraya yazmakta olmayabilir, ama kesinlikle oralarda bir yerlerde, bunu anlatmakla ilgili bir yerlerde. nasıl olsa daha çok arayacağımız için kesinliğimizi kesin yerinden çok ihtimallere kurgulayalım. hem ben gene yeni isimler buluyorum, onları ne zaman yazmam gerekecek we?

felaketler güzeldir biraz we, felaketler ender bulundukları için -topal eşeklerin ender bulunması sathından değil yine de- güzeldirler. asıl afakan sıkıntıdadır, asıl afakan beklemek, arafta kalmak, adım atamamak, söz diyememektedir, anlatacak bir şeylerin vardıysa bile bir yanlarda ertelenmişliklerindedir. bunu molla anlatmıştı benden daha iyi. şimdi madem felaketini değil, sessizliğini yaşıyoruz, izin ver, senin yerine seni içerecek sözlerimiz olsun. buradan sonra kendi kendimi dinleyeceğim de we.

geçen yıl martin jay'i okudum, yeminle baştan sona okudum. demek ki artık bir konuda daha sonradan yazılmış değerlendirmelere kulak asmayabilirim. neyse we, yıllarca öyle inanmıştık, şimdi jay okudum diye inancımdan bir çırpıda vazgeçmeyeyim. ne anlatıyordu vassaf, adorno ve horkheimer'ın kişilikleri otoriter ve demokratik diye ikiye bölüşlerinin kabalığından bahsederken? bu kadar kaba değillermiş ve vassaf yer yer biraz üfürmüş we, tüm demek istediğim buydu. neyse ama! otoriter kişilik ve demokratik kişilik değil mi, dünyanın belli bir çağında bir yanda faşizm, bir yanda ona karşı savaşan müttefikler varken, otoriter ve demokratik ha! bence benjamingiller heroik kültürden bahsederken daha tatmin ediciydiler. ama neyseydi we, sonra dostoyevski'nin insan modellemesinden bahsediyor; iyi ve kötü vardır, ikisi de aynı kişilerin içindedir. bazen işte kendimizi çok kaptırıyoruz we, yoksa araf falan tam saçmalık, felaketi de köçek oyunculuğunu da içimizde taşıyoruz, drama tehlikeli we.

hem yazmadığım, hatta eylemediğimiz zamanlarda bile içimizde taşıyoruz. ne yazı dünya bu kadar basit, keşfedecek tek giz belki atlantis'in yeridir. senle dalış dersleri almalıydık we.

biraz ikimiz için de ortak olan konu, kadınlar, belki giz sayılır, onu da yazarak perdesini araladığımız bir ton açık magenta... kelime oyunları gibiler işte we, spontane espriler gibiler, ne ben bir analojiyi tamamlamayı severim, ne de sen bilmediğini sanmaktan sıkılırsın. keşke burada bir gizem olsa, mesela bu yaşa kadar çektiğimiz tüm sıkıntılar ve saçmalıklar aslında bugünü müjdelemek için konulmuş teolojik bir gizem olsa, mesela oğuz kaan gibi ormana gittiğimizde bir anda karşılaşsak ya da hangi masal kahramanıysa, mesela bir sefer olsun ama onlar gelip öpseler uyandırsalar 30 yıllık uykulardan. mesela we, biz bir zaman olsa da onlara söylemediklerimizle yargılanmasak her nasılsa cinsiyetsiz ama pozitif ayrımcı sorgu melekleri tarafından. benim ki başka bir dünya özlemi we, sosyalizm kadar gerçekçi değil, birazından daha ütopik olanı kadar. aslında o kadar fena değilmiş de olabilir her adımı bilimsel önermelerle çizilmemiş bir mücadele.

çok içmekle itham ediyorlar beni, senin günahın midyeler üzerine. çok sevmekle değilse bile hiç aşık olmamakla itham edildiğim de oldu. sen ne dersin we, çocukluğumu bile anlatmadan bir kerede söyleyebilirsin bunları bana bakıp biliyorum. senin hünerin orada, bir kişi kaç kere aşık olmuş, kaç çizik atılmış ciğerlerine elini kaldırmadan söyleyebilmende. atlantis işi yatarsa bir gezici karnavala da katılabilirsin bu yetenekle. fakat ben içmediğimde de kelimeleri karıştırmayı, cümleleri bozmayı ve mutlaka ilk bakışta saçma görünecek bir şekilde yazmayı seviyorum, buna yapacak şey var mı? elinde tamamlanabilir bir yazma sanatı ve başında kafanda olan şeyi sonunda aynı tutma becerisine sen sahip misin ki sanki.

we, güzelim, yazmayı unutmaman gerekiyor, söyleyeceklerin olduğu için ve söylediklerinin senin için kıymeti -tanrıya şükür- paha biçilmez olmadığı için. yazmazsan unutursun, bırak yazılsınlar. bak buna başladığımda çok şeyler vardı aklımda, ama arada ne tür provokasyonlardan geçtilerse çoğu ya unutuldu, ya ihanet etti, ya işte bildiğin omerta. bahar geldi agam, sizin memlekette çiçek açmıyor mu?
tümünü göster