sevgili gül;
lafı hiç dolandırmadan ve hal hatır gibi bir parça yersiz kaçacak laflar etmeden, doğrudan söyleyeyim: senin kadar güzel bakabilen insan yoktur evrende. kuşkusuz bu müthiş özellik, sana afra tafra ve naz yapma hakları kazandırsa da ve kralların ve kraliçelerin ve onların tohumlarının hakları gibi bunlar doğuştan getirilen haklar olsa da biz kulların acziyetleri dolayısıyla yer yer ve zaman zaman bu haklardan feragat etmeni rica ediyorum. biliyorum sezdin benim şımarmaya yatkınlığımı, biraz yüz verilse atlı karıncaların tepesinden inmeyecek bir çocuk aklından ibaret olduğumu, fakat biliyorsun da saçlarının arasında kaybolmanın bütün günahlarımdan arındıracağını. o yüzden çok azıcık yüz ver bana sen de.
saygılarımla arz ederim.

sevgili gül;
bugün bahsettiğimiz camal süreya şiirini az önce okudum, aslına bakarsan ben orada da birazcık çaba harcayarak hatırlayabilirmişim şiiri de nasıl olduysa 23 nisan töreninde ilk defa kürsüye çıkarılmış çocuklar gibi bir heyecan ve zorlanma içine düştüğümden söyleyemedim. benim "incecik" dediğim usta'nın "el kadar" demesiymiş, şaşıracak şey değil. ve süreya'nın eksik bıraktığı, bilmediği, rahmete kavuşması nedeniyle asla da öğrenemeyeceği işte o kadar güzel bakan kadın olabileceğiymiş. yani "sabahlara kadar beyaz ve kirpikli", ama bir de kirpiğinin eşiği var değil mi? gerçi bizim de "sabahlara kadar" kısmını öğrenmemiz herhalde anne-baba derdine kaldığı için usta'dan bir eksiğiz.
buraya da ekleyelim:

balzamin

sen el kadar bir kadınsındır
sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
bazı ağaçlara kapı komşu
bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
bir insan edinmişsindir kendine
bir şarkı edinmişsindir, bir umut
güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
saçlarınla beraber penceredeyken
besbelli arandığından haberli
gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
sevgili

sevgilim gül;
ben bu hafta bölümünüzün sınav tarihlerine bakmıştım, senin sınavın çarşamba günüymüştü. o yüzden o güne özel hazırlanmıştım, ama avukatlı adliyeli bir dert yüzünden yetişememiştim. tam kahrolacaktım ki perşembe günü seni kantinin sağ alt köşesinden giriş yaparken gördüm. dünya kadar sevindim, sonra yanında gençten yakışıklı bir oğlan gördüm, tam kahrolacaktım ki çoluk çocuğa maskara olma pahasına sizin masayı görecek biçimde oturan kızlara yanında kimlerin oturduğunu sordum, oğlan yokmuş. sonra tesadüfmüş gibi yanından geçerken bir selam verecektim ve almazsan kesinlikle tam kahrolacaktım ki o çok ince, tanımsız, çarpıntı yaratacak kadar umut veren ve fakat öldürücü de olabilecek el işaretiyle beni çağırdın. sonra gidip de geri döndüğümde masada senden benden başka bir de geveze bulunmasından ötürü bir kez daha tam kahrolma döngüsüne giriyordum...
bunlar tatlı heyecanlarmış gülşah, belirsizliğin kendine has tadı. sonrası, sonrası iyilik güzellik diyen süreya'nın dediğine varmadan önce üç günlük kıyamet. delirmiş gibiyim ya üç gündür, sürekli bir kokainman kafası, neredeyse uyumadan ve yemeden harcanmış enerji dağları, şimdi bile yorgun değilsem de toparlanamıyorum sevgilim gülşah. fazla yazamıyorsam ve yazdıklarım çok acemice, anlatmıyorsa içimdekileri, bir şey söylemiyorlarsa buna ver, birazcık daha tut elini yanağımda, bir kere daha öpmeyi unutma, üç saniye daha bak, bunları köleleşecek kadar çok sevmiş olabilirim.

18 ağustos - batı bursa

edit: laneth ahalisi alışık benim üslubuma, bakalım kadın alışık mı. bir de bu mevsim hala sivrisinek var hocam odamda, still gel de öldür still!
ha gülüm batı bursa demem we'den, canım benim, canım ustam, hanidir hürriyetsiz!
tümünü göster