internet aleminde stalin'e mal edilen bir söz var: ''bir sorunu çözmenin en iyi yolu, o soruna sebep olan insanları yok etmektir. ne kadar az insan, o kadar az sorun.'' bu söz gerçekten onun mudur bilmiyorum. bu kadar ileri gidip böyle bir cümle kuracağını da sanmıyorum. zaten önemli olan da o değil. önemli olan, bu sözün osmanlı bürokrasisinin toplumsal sorunları çözme yönteminin güzel bir özeti olması. yavuzun alevilere yaptıklarından tutun da, celali isyanlarının bastırılmasına kadar; göçebe türkmenlerin iskan edilme sürecinden tutun da, balkan isyanlarına kadar osmanlı bürokrasisinin toplumsal sorunlar karşısındaki despot tavrının örnekleri ile doludur tarih. bunu göz önüne aldığımız zaman, 1915'te doğu anadoluda hiçbir insanlık suçunun işlenmediğini iddia etmek tek kelimeyle kafayı kuma gömmek olur. 600 yıllık tarihi katliamlarla dolu olan osmanlı bürokrasisinin 1915'te birden hümanizmi benimsediğine inanmak için bir sebep göremiyorum ben. yaşananların soykırım mı, yoksa katliam mı olduğunu önemsemek ise, en az o suçu işleyenler kadar aşağılaşmaktır bence.

yukarıda sözü geçen kampanya ise hoşuma gitmişti benim. (evet bu yazı öznel bir yazı. ama bana bu sitede yazılan öznel olmayan herhangi bir yazı gösterebilir misiniz?) bu kampanya ile ilgili pek çok iddia ortaya atıldı. abd'nin yeni kafkasya politikası ile ilgili olduğunu söyleyenler bile çıktı. bu iddiaları pek umursadığım söylenemez. ben, daha çok bir tabuya bu kadar açıktan saldırılmasına sevindim. bu tabu, ''tarihinde bir karıncayı bile incitmemiş şanlı türk milleti'' önermesine dayanan milliyetçilikti tahmin ettiğiniz gibi.

tabuları olan insanlar, herkesin kendisi gibi düşündüğüne inanır. kendisi gibi düşünmeyen bir avuç insan ise, ya aptaldır ya da hain. normal bir insanın tabularının aksini savunmasını kabul edemezler. böyle bir durumda öfke ile şu soruyu sorarlar kendilerine :'' benim inandığım düşünceler o kadar net gerçekler ki, normal bir insan nasıl benim gibi düşünmez.'' dilinin ucuna şu soru da gelir: ''yoksa yanılıyor muyum?'' ama sorunun bırakın cevabını, kendisi bile mide bulandırdığı için öfke ile karşısındakini aptallıkla, hainlikle suçlar. aslında eylemi dışa değil, içe dönüktür. aptallara doğru yolu göstermek, ya da hainleri teşhir etmek değildir amacı. ondan farklı düşünenlerin neden yanıldıkları ile ilgili kendisini tatmin etmeye çalışmaktadır. nietschze'nin dediği gibi, insanlar düşünmek değil inanmak ister. dogmatik düşünen bireyin de kendisini zihinsel bir yıkımdan kurtarmak için tek çaresi karşısındakinin neden farklı/yanlış düşündüğü ile ilgili bir açıklama bulmaktır.

söz konusu kampanya da, bu süreci yaşattı milliyetçi kesimlere. eeee diyeceksiniz, o zaman bu kampanya neye yaradı. haklısınız, özür diliyorum kampanyası sayesinde toplumun her bireyi bir schopenhauer, bir sartre falan olmadı. ogün samastın, muhsin yazıcıoğlunun kahraman değil katil olduğunu da anlamadık. ama şu da var: hani derler ya parçalanan çin vazosu bir daha eskisi gibi olmaz diye; aynı mantıkla bir dogmatiğin tabularına da yeterince iyi saldırabilirseniz, onu kıyısından köşesinden de olsa düşüncelerini sorgulamaya itebilirseniz, emin olun artık düşüncelerini eskisi kadar sert savunamayacaktır. bir tek adımla dünya değişmez biliyorum; ama her yolculuk da bir tek adımla başlar değil mi?

şimdi, gelelim bu yazının asıl varoluş amacına. yukarıda yazdıklarım zaten tartışılan konuların öznel bir özetiydi. geride bıraktığımız kısmı, biraz tavrımı belli etmek, biraz da yazıyı uzun tutmak için yazdım*(*gülücük). asıl kafama takılan kampanyanın ismi: özür diliyoruz. ''ermenilerin acılarını paylaşıyoruz'' ya da ne bileyim ''soykırımı kabul ediyoruz'' falan olsa sesimi çıkarmam da; kardeşim, üstlendiğin bir suç için özür dilersin. 1915'te ben yaşamıyordum bile. atalarım 1. dünya savaşında savaşmış mıdır onu da bilmiyorum. ki, emri bizzat dedem verse ne olur. babam cinayet işlese onunla birlikte hapis mi yatacağım. birey olarak ben, bu güne kadar hiçbir ermeni ile husumet yaşamadım. niye özür dileyeyim? 1915'te ölen ermeniler için tıpkı toplama kamplarında can veren yahudiler için üzüldüğüm gibi üzülürüm. pisliklerini ört bas etmeye çalışan devletimi ve faşist ideolojiyi eleştiririm. bunları anlıyorum ama neden özür dilemem gerektiğini anlayamıyorum.

bir de, yahudi soykırımı konusunda vicdanımı rahatlatmak için nazilere sövmem yeterken, 1915 olayları yüzünden neden özür dilemem bekleniyor. alman değil de türk olduğum için mi? iyi de, alman ya da türk olmayı ben seçmedim ki. kaldı ki atalarımızın geçmiş pisliklerinden utanmamız gerekiyorsa, onların başarıları ile de övünmemiz gerekmez mi? yani özür dilemek, milliyetçi mantığı tersten de olsa kabul etmek demek değil midir?

biliyorum, şimdi bana milletlerin/toplumların bireylerden bağımsız bir kişilikleri olduğundan falan söz edeceksiniz. katılmıyorum. ben tek başıma bir bireyim. varoluş amaçlarım kendimle ilgili, eylemlerim kendimle ilgili. bu, sadece benim için değil hepimiz için geçerli. başka bireylerle ortak eylemde bulunduğumuz zaman bile, aslında kendimiz için eylemde bulunuyoruz. örneğin greve giden işçiler, birlikte mücadele etseler bile aslında kendi çalışma şartları için mücadele etmezler mi? neden, ne fiziki ne de zihinsel anlamda destek vermediğim bir suçu kabul ederek, bireysel varoluşumu türk kimliği ile değişeyim? neden, birilerinin beni istemim dışında, ermenilere soykırım uygulayan türkler kümesine sokmasına müsaade edeyim?

bugün, gördüğümüz her almanı çevirip ''faşist'' diye ağzını burnunu kırmıyoruz. filistin sorunu yüzünden yahudileri toptan siyonizmle suçlayanları, anti-semitist ilan etmekte bir an bile tereddüt etmiyoruz. doğrusu da bu zaten. o zaman 1915 olayları yüzünden tüm türklerden özür beklemek, -bu noktada antisemitizmi andıran- ermeni milliyetçiliğini dolaylı olarak kabul etmek olmaz mı?

dediğim gibi, ben sadece özür meselesine takıldım. yoksa sonuna kadar desteklediğim kampanyadır.
tümünü göster